OSMANLILARIN ŞEFKAT VE MERHAMETLERİ (3)
31 Ekim 2018, Çarşamba 08:20Gayri Müslimlere Merhametleri:
Biraz radikal bir değerlendirme mi bilmiyorum ama Yavuz Bülent Bâkıler şöyle der; “Türk milletinin başkalarına karşı aşırı hürmet ve haklarına saygılı fakat kendi evlatlarına karşı o derece şefkatli ve merhametli değildir. Birinci Dünya Savaşında İzmir’den girip Polatlıya kadar gelen ve târihin hiçbir zaman şahit olmadığı tecavüz, terör, zulüm ve katliamlarını yapan Yunan ordusunun baş komutanı Trikopise, esir edildikten sonra fiske vurmayan ve vurdurmayan adamlar, Menderes gibi bir vatan kahramanını ne zulümlerle idam ettiler gördük.”(1)
Gerçekten Balkan Savaşı ve İstiklal Savaşında bizim esirlerimize Yunanlıların akıl almaz işkencelerini, esirlerimizin altın dişlerini bile bağırta bağırta nasıl söktüklerini bizzat yaşayan Eyüp Sabri “Esaret Hayatım” isimli kitabında anlatır.(2)
Ortaçağın zulüm abidesi olan Engizisyon Mahkemeleri astıkları adamların ailelerinden ip parası, cenaze masrafları gibi birçok paralar alırlarmış. Trikopise bir şey yapmayan bizim ortaçağ kafalılar da, bu ortaçağ edepsizliğini hortlatmış ve Menderes’in eşinden aynı şekilde resmi yazıyla ip vb. masraflar parası istemişlerdir.(3)
Günümüzde film, skeç ve tiyatro eserlerinde katı, gaddar, yobaz tavırlarıyla sergilenen Osmanlı hocalarının ve kadılarının bile esirlere ne denli şefkatli davrandıklarını, köle ve esirlerin hırsızlık yaptıklarını gördükleri halde esnafın ses çıkarmadığını, görmezden geldiğini, halkın bu insanlara aşırı merhamet gösterip yiyecek ve sadaka verdiklerini, “kendi tanrınıza bizim için dua edin” dediklerini, bu gayri Müslim kölelerin bu müsâmahaları istismar edip inek bile çalıp yediklerini Osmanlıda köle olarak bulunan Michel Herbeer hatıralarından anlatmaktadır.(4)
Hayvanlarda dahil, Allah’ın bütün yaratıklarını karşı Türklerin aşırı merhametli davrandıklarını(5) mezhep taassubu yüzünden birbirlerine aşırı kin ve nefret besleyen Katolik, Ortadoks ve Protestanların bir birlerine çok zâlimane davrandıklarını, halbûki Osmanlının bunlardan çok çok daha merhametli ve hoşgörülü olduğunu nerdeyse bütün batılı târihçiler ittifak halinde yazarlar.(6)
Fernand Grenard: "Osmanlının adâletinden dolayı gayr-i Müslim tebaanın çok rahat ettiğini, kendi askerlerinden ve idârecilerinden görmedikleri şefkat ve iyi muâmeleyi Osmanlıdan gördükleri için savaşlarda yerli halkın kendi askerine değil Osmanlıya yardım ediyordu" diye yazar.(7)
Mazılgirt Meydan Muhârebesi ve daha sonra Bizans’la yapılan savaşlarda, Türklerin yanında gönüllü olarak gelip, kendi zâlim idârecileri Bizans’a karşı savaşan yerli Rum halk çok görülmüştür.
Bu hususta meşhur Macar Târihçi Sandor Takats’e kulak verelim: Budapeşte de görev yapan Osmanlı paşalarından şöyle bahseder: “Budin paşalarından Ferhat Paşa’dan daha şövalye ruhlu, daha insanîyetli kimse tasavvur olunabilir mi? Ali Paşa’dan daha güler yüzlü daha tatlı sözlü düşmanı kim arzu edebilir? Çünkü yalnız Macar ileri gelenleri değil, Kont Althan Beyimiz bile onu babalığa kabul etmekten çekinmemiştir. Hasan Paşa hakkında pâdişahın elçileri bile, onun Müslümanlardan ziyade Hıristiyanları tuttuğunu yazıyorlardı. Büyük Mustafa paşa (Budin’in bu yüksek imarcısı- isabetli tedbirleriyle) yalnız Osmanlıya tabi bölgeleri kalkındırmakla kalmamış, ticâreti düzene koymakla Macar hazinesini de doldurmuştur…”
Esirlere muâmele hususunda Türk ve Macar idârecileri şöyle kıyaslar: “Garip fakat gerçek olan bir şey de, (Batılılar tarafından) dinsiz, müstebit diye adlandırılan Budin Paşalarının bir buçuk yüzyıl bizim uç idârecilerimizden her zaman daha müsâmahalı ve daha insanîyetli olduklarını göstermiş bulunmalarıdır. Gerçekten bunların Macar esirlerine karşı muâmeleleri bizimkilerin Türk esirlerine muâmelelerinden kıyas kabul etmeyecek derecede daha iyi idi. Bilindiği üzere bizim uç kapitanları Budin paşalarına rehine Türk esirlerinin sökülmüş dişlerini, kesilmiş parmaklarını, kulaklarını gönderir dururlardı. Centilmenliğin timsâli olan Palffy bile bu insanîyetsizliği yapıyordu. Ferhat Paşa bunu Beç’e şöyle haber veriyor: Pamffy’nin kral hazretlerinin sarayında yetiştiği duymuştuk. Bu sebepten orada insanlık öğrenmiştir, mertlikten anlar biliyorduk. Amma görüyoruz ki, o kral sarayında terbiye görmemiş, cellât yanında yetişmiş, ondan ders almış, çünkü geçenlerde zavallı Türk esirlerin ağzından söktürdüğü bir avuç diş göndermiş. Yiğit bir adama böyle bir şey yaraşır mı? Hükmü siz devletliler verin…Bizim yanımızda da birçok ileri gelen esirleriniz varsa da, şimdiye kadar biz onları parmakla bile dövdürmedik, çünkü dince ayrı olsak da, Tanrımız birdir.”(8)
Dipnotlar:
1- Yavuz Bülent Bâkıler, “Gidenlerin Ardından”, Türk Edebiyatı Vakfı Yay. İst. 2006, s. 53.
2- Eyüp Sabri, a. g. e. s 93-182.
3- İbrahim Refik, “Târih Şuuruna Doğru-4”, Albatros Yay. İst. 2004, s. 125.
4- Michel Herbeer’in Anıları, a. g. e. s.10, 145, 201.
5- Munro Butler Johnstone, a. g. e. s. 61.
6- Leyla Coşan, a. g. e. s. 165.
7- F. Grenard a. g. e. s. 140; Yılmaz Öztuna, “Büyük Türkiye Târihi”, Ötüken Yay. 1977, c. 3, s. 362, 407 Melzig den naklen.
8- Sandor Takats, a. g. e. s. 18, 58.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.