OSMANLILARIN ZENGİNLİKLERİ VE SOSYAL REFAHLARI (1)
11 Ocak 2019, Cuma 09:00Zenginlik ve Kanaat Birleşince:
Zenginlerin servetinin, cihangirlerin celadetinin, kahramanların şanının, hükümdarların haşmetinin, makam ve mansıpların ve her şeyin sonunun “Hüvelbâkî” olduğunun idraki ve bilinci içinde olan kişiler, iki dünyada da rahat ederler. Osmanlılar bu felsefeyle yaşayan insanlardı.
Osmanlıda her evde, her dükkânda, her makam ve mevkide, güzel hatlarla yazılan “Buda geçer ya hu” levhaları asılı olmuştur. Cenaze salalarında ilk söz “Her nefis ölümü mutlaka tadacaktır”(1) mealindeki âyeti okumuşlardır. Ölüm bir an aklımızdan çıkmasın diye kabristanlarını yol kenarlarına yapmışlar, gelen geçen intibâha (uyanışa) gelsin diye. Bununla da yetinmemişler tekkelerin, türbelerin, câmilerin, vakıf eserlerin hazirelerine (avlu içlerine) mezarlar yapmışlardır. Târihte olduğu gibi zenginlikten veya makamların verdiği geçici gururlardan dolayı insanlar kendini Tanrı zannetmesinler diye ölümle iç içe yaşamışlardır.
Emevi soyundan olup, Endülüs’e geçip oradaki İslâm devletini kuran 3. Abdurrahman ölürken şöyle yazılı bir kâğıt bırakmıştır: “Zafer yahut barış içinde elli yıldan fazla hüküm sürdüm. Zenginlik, şeref, iktidar ve zevk ayaklarıma serildi. İnsanoğlunun elde edebileceği, arzu edebileceği her şeye kavuştum. Bu durumda, büyük bir dikkatle bana nasip olan tam ve eksiksiz mutlu günleri saydım. Bunların sayısı 14’ü geçmedi. Ey insanoğlu bu dünyaya güvenme!...”(2) İşte Osmanlı bunun bilincinde idi. Onların en güçlü pâdişahı olan Muhteşem Süleyman Kanûnî bile şöyle yazıyordu:
Mâl ü câhâ gırre olma deme yoktur ben gibi
Şür yüzün yere tevâzu ehli ol dâmen gibi
Will Duran isimli Amerikalı medeniyet târihçisinin “İslâm Medeniyeti” isimli eserindeki beyanına göre, Hz. Ömer’in torunu olan ve Emevîler döneminde halîfe seçilince çok iyi bir idâre sistemi uygulayan ve ancak 2,5 sene halîfelik yapan Ömer b. Abdülaziz döneminde zengin Müslümanların zekât verecek Müslüman fakir bulamadıklarını kaydeder. Aynı durum Osmanlının yükselme devrinde yani iyi idâre edildikleri dönemde yaşanmıştır.
Zekât Verecek Fakir Bulunamıyor:
Osman Gâzi’nin oğlu Orhan Gâzi zamanından başlamak üzere, Osmanlı milleti refah, huzur ve emniyet içinde yaşamışlar, öyle bir bolluk ve bereket içinde olmuşlar ki; Nişancı Mehmed Paşa ve benzerlerinin kaydına bazı dönemler, zekât ve sadaka verecek fakir bulunmaz olmuş.(3) Yine Fâtih döneminde bir zengin zekâtını verecek fakir bulamamış, Cağaloğlunda bir ağacın dalına üstüne “bu zekât parasıdır, ihtiyacı olan kişi alıp kullansın” diye yazıp asmış ve orada üç ay kaldıktan sonra ancak birilerin aldığına dair rivâyetler vardır.(4) Yine Fâtih’in hastanelerinden bıldırcın etinin eksik edilmemesi hususunda fermanının olduğunu daha önce kaydettik. Bunlar tabiî ki zenginliğin ve refahın alametleridir. Tabii ki; her zaman böyleydi demek gerçekleri yansıtmaz ve iddialı bir söz olur.
Bursa başşehir iken, orayı gezen Fransız seyyah Bronguiere, kendi memleketi ile Osmanlı diyârını şöyle kıyas yapıyordu:"Bizde ayakkabılı köylü, onlarda da ayakkabısız köylü yok"(5)
Hammer, Kanûnînin seferlere götürdüğü otağının direklerinin altın olduğunu kaydeder.(6) Kanûnî döneminde Sivas Belediyemizin bütçesinin 20 milyon altın olduğunu, aynı dönemde Fransa Birleşik Krallığının bütçesinin 4 milyon altın, İngiltere Krallığının bütçesinin 3.5 milyon altın olduğu târihî gerçeklerdendir.(7) Kanûnî döneminde Fransa, İsveç, Rusya, İrlanda gibi birçok devlete borç verildiği de mâ’lumdur.(8) Kanûnî döneminin abide şahsiyetlerinden Şâir Bâkî o azametli dönemlerimizi şu beyitleri ile dile getirir:
Hüdâvend-i atâ-bahş-i kerem güster ki devrinde
Gedây-ı bî-ser-ü pâ’lar giyer sincab-ı semürrü
“O şerefli ve Cömertlik sâhibi idâreciler döneminde dilenciler bile sincap derisinden kürkler giyerlerdi”.
Ahali ızz ü devlette, reâyâ emn ü râhatta
Hüner erbâb-ı rif'atte, cihan yekpâre nûrâni
“Halk huzur ve saâdet içinde, Osmanlıya tabi gayri Müslimler emniyet ve rahat içinde. İlim ve sanat erbâbı kıymette, el üstünde. Memleketin her tarafı pırıl pırıl”
Osmanlıdaki sosyal refahın düzeyini dile getiren çarpıcı söz ve tespitlerden biri de Merhum Cemil Meriç’in şu sözleridir: “Osmanlıda roman yazarlığı gecikmiş, son zamanlarda ortaya çıkmıştır. Çünkü Osmanlı hayatında dram yoktu ki, roman olacaktı.”(9)
Dipnotlar:
1- Âli İmrân Sûresi, 161.
2- Wil Durant, “İslâm Medeniyeti”, Tercüman 1001 Temel Eser, Terc. Orhan Bahaeddin, s. 190.
3- Ahmed Şimşirgil, “Kayı-1”, KTB Yayınları İst. 2013, s. 72.
4- İbrahim Refik, “Ulu Çınarın Gölgesinde”, Albatros Yay. İst. 2004, s. 136.
5- İlhami Masar, “Bir Ömür Boyunca”, Boğaziçi Yayınları. İstanbul l974, s. 81.
6- Hammer, a. g. e. s. 3, s. 87.
7- M. Niyazi Özdemir. Mevlânâ Güldestesi Yayın no 7 s. 147.
8- Y. Öztuna, “Büyük Türkiye Târihi”, Ötüken Yay. 1977,c.5,s.246; Türkiye Gazetesi 05.05.1995.
9- Osman Nûri Topbaş, “Vakıf İnfak Hizmet”, Erkam Yay. İstanbul 2002, s. 31.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.