Osmanlının Kırmızı Çizgileri
08 Ağustos 2018, Çarşamba 07:35O halde bunun tek bir izah tarzı vardır; Osmanlı düşmanlarına, kâfirlere içindeki gayri Müslimlere bile çok şefkatli ve merhametlidir ama Kutsal kabul ettikleri devlet ve onu idâre etmekle görevlendirilen Sultan ve Saltanat söz konusu olduğu zaman en yakınlarına hattâ kendi sulbünden gelenlere bile merhamet etmesi söz konusu değildir.
Bu düşünce tarzının haklı değil ama hafifletici nedenler olabileceği, Osmanlının yıkılışından sonra anlaşılmış, bütün İslâm devletleri; İmamesi (başı) kopmuş tespih taneleri gibi dağılıp, silinip gitmişlerdir. Bugün Haçlı âlemi bu sayede yani ABD, AB gibi kurduğu birlikler sayesinde dünyada istediği gibi at oynatabilmektedir.
İslâm alemi onların oyun sahaları haline gelmiştir. Hind Müslümanları; “Osmanlı gitti başımız öne eğildi” demişlerdir. Bugün dünyada mülteci kamplarında sifilane hayat süren insanların nerdeyse hepsi Müslümanlardır. Osmanlı berhayat olsaydı; bütün dünyanın gözü önünde, dünyayla alay edercesine Terör Devleti İsrail bir avuç Filistinliye bu muâmeleyi yapabilir miydi? aslâ!
Abdülkadir Özcan’ın bu husustaki yorumu da şöyledir: “Nizâm-ı Âlem için kardeş katli hâdisesi, devrinin şartları içinde ve hissiyattan uzak kalınarak değerlendirilmelidir. O çağların, hânedan sistemiyle yönetilen hemen bütün devletlerinde yürürlükte olan bu usul, elbette günümüz demokratik zihniyetiyle bağdaştırılamaz.”(1)
Arı kovanında bile, 8-10 tane bey olabilecek kırat ve kabiliyette yavru yetiştirilir, fakat birlik ve beraberliğin sağlanması, işlerin daha iyi yürümesi, toplumun selâmeti için bir bey bırakılır, yedeği hazırda tutulur, gerisi öldürülür. Dolayısıyla binlerce-on binlerce insanın ölümü söz konusu olunca birkaç kişinin ölümünü daha ehven gören ecnebi târihçi ve ilim adamları bile çıkmış.(2) Fakat şartlar ne olursa olsun, böyle bir uygulama bugünün mantığı ile insanî ve vicdani değildir.
Başka dinlerden olan insanlara bile, dostunu düşmanını kıskandıracak kadar iyi ve insancıl davranan, gönderdiği fermanlarla düşmanlarının bile hak ve hukukunu en ince detayına kadar savunan, aykırı düşünce ve inançtaki insanlara bile son derece hoşgörülü ve müsâmahalı olan Fâtih’in; dinî inançlarına son derece zıt olan böyle bir kanun vaz edeceğini akıl ve mantık sahiplerinin kabul etmesi mümkün değildir. Fâtih bir şiirinde şöyle der:
Hüner bir şehr bünyâd eylemektir
Reâyâ kalbini âbâd eylemektir.(3)
Reâyâ’nın yani gayri Müslimlerin kalbinin kırılmasına bile tahammülü olmayan bir sultanın, kendi sabi kardeşlerinin katline ferman çıkarması akla ve mantığa aykırıdır.
Bu olsa olsa, hudut tanımayan siyasî hırs ve tamah ehli insanların, yaptıkları yamuk ve yanlış uygulamaları mazur gösterebilmek için, Osmanlının hassas olduğu birlik ve beraberlik umdesini istismar etmelerinin bir neticesidir.
23 Mayıs 1936 da İngiltere’nin The Times gazetesinde Fâtih’in kayıp vasiyetinin bulunduğu yazılır. Müthiş bir Fâtih sevdalısı olan Süheyl Ünver hoca, gazeteden bu belgenin aslı ile ilgili bilgi ister ve aslının o sırada, ABD Princeton Üniversitesi kitaplığına satıldığını öğrenir. Bin bir güçlük ve zorlukla rahmetli hoca, belgenin aslına ulaşır ve inceler. Bir mektubun içinde geçen bu vasiyetin sâhibi o dönemde Galata’da oturan, Sultanın yakınına kadar nüfuz edebilen Cenevizli bir tüccardır. Bu tüccar mektubu Avrupa’da oturan kardeşine yazmıştır.
Bu belge bu çok önemli ve şaibeli hususu aydınlatacak, tartışmaları ve şüpheleri izale edecek, hassas meseleyi vuzuha kavuşturacak kati ve kesin bir belge olmayabilir ama bu belgede birçok maddeler olmasına, bugüne kadar karanlıkta kalan kör noktaları aydınlatacak bilgiler vermesine rağmen Nizâm-ı Âlemle ilgili hiçbir bilgi yoktur.(4)
Halil İnalcık Hoca’da: Eldeki metin gerçek olsa bile, orada geçen kelime, emir niteliğinde bağlayıcı değil, mecburiyet olursa câiz görülmüştür şeklinde olduğunu belirtmiştir.
Özetlersek: Kardeş katli maddesi, Fâtih’e değil, ya Karamanî Mehmed Paşa’ya aittir ya da sonradan gerektikçe yapılan müdahalelerle değiştirilmiştir. Nitekim Kânunnâme’nin yeni bulunan bir nüshasında, Hezarfen Hüseyin Efendi’nin Telhisü’l-Beyân fi Kavânin-i Al-i Osman’ın da (1675) kardeş katli maddesinin mevcut olmayışı da, açıklamaları kuvvetlendiren delillerden biridir.”(5)
Nâmık Kemal: “Evrak-ı Perîşan” isimli eserinde: “Fâtih, sabi kardeşini öldürtmemiştir. Bunların hepsi bühtandır.” demektedir. Hak ve doğru olan da budur.
Engin Akarlı: “Bir gölgeyi ortadan kaldırmanın yolu, ona taş atmak değil, ışık tutmaktır.” demiş. Gerçekten târihimizin karanlık noktaları varsa, bunu geçmişimize taş atarak aydınlatamayız. Çok okuyup, çok araştırıp, çok çalışmak sûretiyle ancak gerçekleri gün yüzüne çıkarabiliriz.
Dipnotlar:
1- Abdülkadir Özcan, Târih ve Medeniyet Dergisi, Mayıs 1994, sayı s. 3, s. 19.
2- Yılmaz Öztuna, “Büyük Türkiye Târihi”, Ötüken Yay. 1977, c. 4, s. 214; c. 5, s. 8, 31, 62.
3- Mustafa Armağan, “Ufukların Sultanı Fâtih Sultan Mehmed”, Timaş Yay. İst. 2007, s. 23.
4- Daha fazla bilgi için bkz: “Ufukların Sultanı Fâtih Sultan Mehmed”, Mustafa Armağan, Timaş Yay. İst. 2007, s. 202.
5- Mustafa Armağan, “Ufukların Sultanı Fâtih Sultan Mehmed”, Timaş Yay. İst. 2007, s. 206.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.