ÖZLENEN OSMANLI (4)
15 Şubat 2018, Perşembe 07:22Çağımızın meşhur târihçisi Arnold Toynbee kendi dindaşları ve soydaşları ile Osmanlıyı kıyaslıyor ve şöyle diyor: “Osmanlı Türklerinin bu kadar küçük bir başlangıçtan, o kadar elverişsiz şartlar altında, bu derece sürekli bir devlet kudretine erişmesi, cihan târihinin en fevkalâde tezahürlerinden biridir. Osmanlıların yakın Doğu’da yerlerine geçen Avrupalı veya yerli hiçbir devlet, bu bölgeyi Osmanlılar kadar iyi idâre etmemişlerdir. Avrupa devletleri, Osmanlılardan aldıkları ülkeleri ancak zulümle yönetebilmişlerdir.”(1)
Cezayirli ihtiyarlar hâlâ muska diye boyunlarına eski Osmanlı paralarını takmakta,(2) uğur getirir diye gelinlerinin çeyiz sandıklarına koymakta, Osmanlıya hayranlıklarından dolayı bağımsızlıklarından sonra da bizim bayrağımıza benzer ay yıldızlı bir bayrak kullanmaktadırlar. Afrika içlerinde ve Kuzey Afrika devletlerinde de Balkanlarda olduğu gibi, sözün kuvvetlenmesi ve söze sadık kalınması için “Türk Sözümü?” tabiri hâlâ kullanılmaktadır.(3)
Hüsrev Hatemi 2004 Haziranında Florida’daki Diyabet kongresine katılır. Akşam Disneyland’daki tek Müslüman devlet pavyonuna Fas pavyonuna giderler. Burada Tamburi Cemil Beyden eserler çalındığını hayretle görürler.(4)
Ortadoğu’da Osmanlı Özlemi:
Ürdün Yüksek Mahkemesi Başkanı Udek "400 sene huzur içinde yaşayan Ortadoğu, Osmanlı'nın çekilmesiyle cadı kazanına döndü"(5) dedi. Aynı itirafı yakın târihte ABD başkan yardımcısı Algore de: "Osmanlı Ortadoğu’ya huzur ve sükûn getirmişti"(6)dedi.
U.S.News dergisinde çıkan şu yorumda bu hakikati dile getirir: "400 sene Osmanlı'nın himâyesinde kalan Filistin, huzurlu günlerin arayışı içinde. Osmanlı devletinin yıkılmasıyla Hıristiyan ülkelerin sömürgesi haline gelen Arap ülkeleri, Osmanlı'yı hasretle arıyor".(7)
Mevki-makam hırsı ve İngilizlerin altınlarına tamâen, 400 sene Mukaddes beldeler hatırına Arabistan’ı koruyan, oralara kol kanat geren, kendi halkına tanımadığı imkânları Araplara tanıyıp, Sürre Alayları ile zenginliklerini oralara akıtan, İslâm diyârını ve Peygamber yurdunu İngilizlere vermemek için, gıdasızlıktan İskorpit hastalığına yakalanıp dişleri ve çene kemikleri dökülme pahasına o şanlı Medîne Müdafaasını gerçekleştiren ve yüz binlercesi şehit olup, çölün kumları arasında kaybolup giden, Osmanlı'ya ihânet eden, neticede ölmeden bu kalleşliğinin cezasını çeken Şerif Hüseyin de: "Ekmek kapımız, velinimetimiz, koruyucumuz, efendimiz (Osmanlı) olmadan İslâm dünyası ancak bedbaht olur" (8), demek sûretiyle geç de olsa hakikati itiraf eder.
Kudüs Üniversitesi Öğretim Üyesi Hâfız Abdülhamid'de içini şöyle döküyor: "Osmanlı'nın yıkılmasıyla bir türlü huzur bulamadık. Osmanlı gitti, öksüz kaldık". (9)
1976 Yılında Yüksek İslâm Enstitüsündeki arkadaşlarımızla Umreye giderken Ürdün’ün başkenti Amman'da rastladığımız Filistinli bir genç bize aynen şunları söylemişti: "Biz bugün Osmanlıya yaptığımız kalleşliğin vebâlini çekmekteyiz. Sizin dedeleriniz 400 sene bize hâmîlik yaptı. Neticede onlar buralardan yorgun, yaralı, aç-bî ilaç vaziyette çekilirken, onların yaralarını sarıp, karınlarını doyuracağımız yerde, bizim babalarımız onlara kurşun sıkmış ve eşyalarını almışlar. Bu hıyanet Filistin’i ondurmadı."
Dışişleri eski bakanlarından İhsan Sabri Çağlayangil, Cezayir'i resmi ziyaretinde Bumedyen'in teklifi ile % Türk olan Telemsan şehrine de uğrar ve şu olayla karşılaşır: Kendisi anlatıyor: "Genç bir vâli bizi karşıladı. Belediyeye gittik. Yüksek bir yerde oturuyoruz. Bir ara vâli kulağıma eğilerek şöyle dedi. "Öldü zannettiğim ne kadar insan varsa, hepsini burada görüyorum. Bunların içinde benim kayınpederim de var. İki buçuk senedir sokağa çıkmıyordu" dedi. Dipte oturan yaşlıca bir zat, salonun ortasına kadar ilerledi. Karşımızda heykel gibi durdu. Basit bir Türkçe ile "Vezîr Hazretleri. Siz nerdesiniz?. İki yüz elli senedir sizi bekliyoruz?" (10) dedi.
Osmanlı Bağdat ve Basra’dan çekilince, bazılarının zannettiği gibi Araplar bayram yapmamışlar, sevinmemişler, menfaati ve siyasî hırsı olan bazı politikacıların dışında halk çok üzülmüş, “ey Türk, bizi bu İngiliz gâvurunun eline bırakıp ta nereye gidiyorsunuz” diye ağıtlar, mersiyeler, elem ve üzüntü şiirleri söylemişler.(11)
Osmanlı Devletinin yıkılmasından sonra ortaya çıkan Ürdün devletinin ihtiyar bir vatandaşı, elindeki Ürdün pasaportuyla Türkiye’nin İsviçre Elçiliğine giderek “Herkes bu pasaportla alay ediyor. Eskiden Osmanlı pasaportum varken bana selâm dururlardı. Ben Osmanlı tebaasıyım. Ne olur bunu alın bana yine Osmanlı pasaportu verin” diye yalvarmıştır.(12)
İlahlık iddia eden, bundan dolayı lakabına Ekber Şah (en büyük şah) dedirten, kendinden başka çevresinde güç tanımayan Babür Sultanı bile, Yavuz Sultan Selime olan hayranlığı yüzünden oğluna onun ismini vermiştir.(13)
Dipnotlar:
1- İbrahim Refik, “Târih Şuuruna Doğru-3”, Albatros Yay. İst. 2001, s. 127.
2- Tekin Kılıç, “Osmanlıdan Torunlarına Hayat Düstûrları”, Gelenek Yay. İst. 2011, s. 61.
3- İbrahim Refik, “Ulu Çınarın Gölgesinde”, Albatros Yay. İst. 2004, s. 176.
4- Türk Edebiyatı Dergisi, Ekim 2004, sayı 372, s. 10.
5- Yeni Nesil Gazetesi, 20. 01. 1986.
6- Milliyet Gazetesi, 25. 03. 1995.
7- U. S. News dergisi, Şubat 1993 târihli nüshası.
8- Feridun Cemal Erkin, “Hatıralar” l.cilt.İlhan Bardakcı, Tercüman Gaz.30. 05. 1982.
9- Türkiye Gazetesi, 27. 11. 1993.
10- Bekir Aydın'ın Röportajı, Türkiye Gazetesi, 25. 06. 1989.
11- Pierre Loti, “Can Çekişen Türkiye” 1914, Tercüman 1001 Temel Eser, s. 245.
12- Recep Şükrü Apuhan, “Batının Darağacında İsyan”, Timaş yay. İst. 1989, s. 100.
13- Pierre Loti, “Can Çekişen Türkiye” 1914, Tercüman 1001 Temel Eser, s. 243.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.