RÜŞVET
14 Ocak 2016, Perşembe 08:40Değerli Konya Postası Gazetesi Okurlarım: Bugünkü yazımda adaletin timsali ve Peygamber efendimizin halifesi Hz. Ömer zamanında vukua gelen bir olayı anlatıp, bugünkü durumla mukayesesini sizlere bırakacağım.
Hz. Ömer, bugünkü Suriye'nin bir şehri olan ve son günlerde isminden sık sık bahsedilen Humus şehri ileri gelenlerine gönderdiği bir mektubunda, muhitlerinde bulunan fakirlerin tespit edilerek kendisine bildirilmesini istemiş, Beytü'l mâlden onlara yardım gönderecektir. Humuslular civarlarında bulunan yoksulların bir listesini yaparak halifeye gönderdiler. Hz. Ömer, listeyi açıp bakınca, en başta Humus'a vali olarak gönderdiği Said B. Amir'in adının yazılı olduğunu görür ve listeyi getirenlere sebebini sorar. Onlar şöyle cevap verirler:
Valimiz fakirdir. Devamlı olarak: "Rüşveti veren de, alan da ateştedir.”([1]) hadisini okur ve en küçük bir hediyemizi dahi kabul etmez. Maaşının çoğunu da sadaka verir.
Bu haberi tebessümle karşılayan Hz. Ömer, tekrar Humuslular'a sorar:
"Kendisine Allah korkusu bu kadar hükmeden valinizin elbette kusurları da vardır değil mi?"
Humuslular "evet" derler. Bu kadar kuvvetli imana sahip olmasına rağmen, gözümüze çarpan şu dört kusuru vardır:
1- “Vazifesine sabah namazından hemen sonra gelmez geç gelir”
2- “Geceleri hiç aramıza katılmaz, sohbetlerimizde bulunmaz.”
3- “Haftada bir gün evine çekilir, kapısını kapar, kimseyi kabul etmez.
4- “Ashaptan Hubeyb'i müşriklerin nasıl şehit ettiklerini hatırlayınca, üzüntüsünden hastalanır ve baygınlık geçirir.”
"Kenar-ı Dicle’de aşırsa bir kurt bir koyunu,
Gelir de sorar adl-i ilâhi Ömer'den onu.”
diyen ve en küçük bir hatayı dahi kabul etmeyen Hz. Ömer, Humus fakirlerine bir miktar erzak gönderdikten sonra, valiyi derhal yanına çağırarak bu dört kusurunun sebebini sorar. Vali şöyle cevap verir:
“Ya Emira'l-mü'minin. Vazifeme ancak güneş yükselirken gelebiliyorum. Çünkü ailem yatalak hastadır. Evdeki bütün hizmetleri kendim görüp çocuklarımı okula gönderdikten sonra ancak gelebiliyorum. Geç kalışım bundandır.
Geceleri insanlar arasında görülmediğime gelince: Gündüzleri halk için çalışan bir valinin, geceleri de Hak için çalışmasına müsaade edersiniz her halde? Bu suretle geceleri hem ibadet eder, hem de gündüzleri hükme bağladığım davaların sabaha kadar vicdanımda muhasebesini yapar, yanlış kararlarım varsa, onları düzeltmeye imkân bulurum.
Haftada bir gün evime çekilirim çünkü, başka giyecek elbisem olmadığından, yıkadığım elbiseler kuruyuncaya kadar, kimseyle görüşmemek mecburiyetindeyim.
Hubeyb'in şahadetini hatırlayınca bayıldığıma gelince; onu hiç sorma. Çünkü müşrikler Hubeyb'i işkence ile asarlarken yanlarında idim. Belki mani olabilirdim. Fakat o gün henüz Müslüman olmamıştım. Onun için hadiseye seyirci kaldım. İdam esnasında onun gösterdiği cesaret ve şecaati hatırladıkça, Hubeyb'in ne kadar kuvvetli imana sahip bir mücahit olduğunu daha iyi anlıyorum.”
Hz. Ömer bu sözler karşısında ziyadesiyle memnun olup, Allah'a dualar ederek şöyle der: "Senin gibi imanı kuvvetli dindar valilerle değil Arabistan'ı, bütün dünyayı idare edebilirim. Yeter ki, idarecilerim bu derece Allah'a itaatkâr olsunlar.”
Ne ilimdir veren ahlâka yükseklik ne vicdandır,
Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır.
Evet, idarecide Allah korkusu olursa böyle olur. Ama Allah korkusu olmazsa, fakir ve yoksulların, yetim ve öksüzlerin velhâsıl 70 milyonun hakkı olan milyarları zimmetine aktarmaktan imtina etmez. Yüce Allah, kitabında: "Aranızda birbirinizin mallarını haksızlıkla yemeyin. insanların bir kısım mallarını haksız yere yemek için, rüşvetli davalar açarak hakimlere koşmayın.” buyurmaktadır.
Yüce Peygamberimiz de: "Rüşvet alana da, verene de, ikisi arasında aracılık yapana da lânet olsun.”([2]) buyurur.
Değerli okurlarım: Bir millette Allah korkusu olursa, bir memlekette hak ve adâlet yürürlükte olursa, o memlekette saadet ve huzur olur. O memlekette birlik, beraberlik, sevgi ve muhabbet olur. Bunlar olunca da, o millet her türlü olumsuzluğun üstesinden gelir, gayesini gerçekleştirir, hedefine varır, yükselir ve yücelir. Başkalarının kul ve kölesi olmaz.
Dipnotlar:
[1]- Tirmizî, Ahkâm 9 (1336); Ebû Dâvûd Akdiye 4 (3580).
2- Tirmizî, Ahkâm 9 (1336); Ebû Dâvûd Akdiye 4 (3580).
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.