SADECE BİZİM MESELEMİZ Mİ?
12 Kasım 2014, Çarşamba 08:50Günümüz eğitim anlayışında asıl insanlık nedir? Diye sorsan, herkes aldığı eğitim düzeyi ve niteliğine göre; kendisinde iz bırakan terbiye ölçüsünde hareket edecek ve insanlık konusuna öylece bir bakış açısı sunacaktır.
Bakış açısı insanın o konuya yaklaşım tarzıdır. Bilinir ki testi ne ile doldurulursa içindeki olanı, ihtiyaç sahibine ve ilgilenenlere o şekil de ikram edecektir.
Milletleri ehlileştiren eğitim sistemleridir. Eğitime alt yapı kaynağı ise sahip olunan değerler hazinesi dediğimiz kültürel kimliğimizdir. Onları taşımak/taşıtmak hayata bakış açımızın ve zengin mirasımızın olmazsa olmazlarındandır.
Bugünkü medeni ülkeler diye lanse edilen batılı ülkelerin eğitim sistemlerinde veya düşünme tarzlarında; hep ön plana çıkarılan ve gözetilen,”para maddi zenginlik ve sömürme felsefesi” bakış açısı olarak üst planda yer alır. İşlenilen tema budur. Maddi zenginlik kaygısının sömürge ruhuna ve güçlü olma anlayışına dönüştürdüğü batılı, bilhassa coğrafi keşiflerle sömürge yollarını bir ağ gibi örmüş, aynı zamanda insanların kafalarını da kendi felsefi yaklaşımıyla donatarak, paylaşımı değil de kendine hizmet edecek adamlar yetiştirmeyi ve böylece ayakta kalmaya şiar edinerek, insanlığa ve insanlık anlayışına en büyük darbeyi vurmuştur.
Sürekli maddi kaygılarla yatıp kalkan ve doymak bilmeyen bir nefse sahip olma arzusuyla sömüren batılı; endüstri devrimiyle çağı ele geçirdiğini hesap ederken maddi alanda sahip olduğu gücüne güveniyordu. Ama unuttuğu esas şey, insanın sahip olduğu iç dünyasıydı, yani manevi alanı. İşte batılı bunu da, yönetimi ele geçiren burjuva sınıfının Hıristiyanlığı kendine hizmet ettirme öngörüsünde bularak, değişik zamanlarda onlardan da yararlanmayı ihmal etmedi. Sadece dünyaya ait kaygıları olan güçler birliği, bir zaman diliminde iş birliğine girişerek birbirlerine desteklerini esirgemediler. Gâh müzik ayinleri ile gâh papa’nın burjuva paralelin deki söyleşi hareket tarzı ile arkasına dini de alan batılı burjuvazi, insanlığı koskoca bir çıkmazın içine sürükleyerek savaş ve işkencelerle hem kendini hem de insanlığı bitirme noktasına getirmiştir.
Ama hâlâ batının bu safsatasına gönülden bağlı ve özlem duyanlar yok mu? Var elbet. Çünkü batılı sistemini içerdeki iş birlikçileri vasıtasıyla ihraç etmeyi başarmış, kendi gelmeden sistemini orada kendisine hizmet edecek şekil de dizayn ederek sömürge saç ayaklarını zaten kurmuştu.Bütün mesele bundan sonra bu sistemin reklamındaydı ve o da bilhassa maddeten yoksun bırakılan ülkelerde başarılmıştı.Senaryo kurgular sistemin işleyişi figüranlar hepsi hepsi belli bir mihraka hizmet için otomosyan haline getirilmeye çalışıyorlardı.
Bizlerde kendi ülkemizde üstünlüğün maddi güce dayalı olduğunu öğrenmiştik. Manevi yönler örselenmeye başlanmış, geri kalmamızın en büyük sebebi olarak da;“din algısının kafalarda, geri kalmanın sebebi olarak gösterilmesi ve böyle yansıtılması şeklindeydi. Ne yazık ki böyle bir algı kafalarda oluşturuldu.”Bu durum kısmen de olsa başarıldı ve hala bazılarının kafalarında ön yargı ve bir şablon olarak, dini argümanlara bağlı kalmanın, çağ dışılığa kayma ve insanı geri bırakacağı yönünde, henüz kırılamayan bir algı biçimi oluşturmasıdır.
Böyle bir dizaynla hareket edenler ve bunu içselleştirenler, elbette kendi kültürel değerlerini de kendilerine sunulduğu şekliyle öğreneceklerdir. Kafalarına sunulan her neyse o tipte bir malzeme ortaya çıkacaktır. Ama esas sunulan nedir? Diye baktığımızda görülen o dur ki; tamamen bizim kültürel yapıtaşlarımız ve değer öğretilerimizin yerini, batı felsefesine hizmet eden ve onları üst plana çıkaran bir planlamanın dönen çarkıyla işleyen bir mekanizmanın içerisinde boğuluyor olmamızdır. Artık şu noktaya gelebiliriz;”Bizler neslimizin devamı ve geleceğimizin teminatı olan genç kuşaklara kendi ahlaki ve kültürel değerlerimizi kazandırmak, müspet ilimleri öğrenmesini sağlamak için insana yatırım yapmak adına; ayaklarımızı sağlam yere basmak adına mutlaka manevi bir terbiyeyi esas alan milli bir eğitim tarzını sunmak zorundayız. Hem maddi ve hem de manevi yönüyle duygusal bir olgunluk yakalayan şahıs, ne kendine yabancı kalır, ne de dünya ya boş gözlerle bakar, ne de olan bitenlere karşı nemelazımcılık cereyanına kapılır. Dünya’da oluşunun anlamını bilen ve kavrayan ona göre bir hareket tarzı geliştirecektir. Kendini bilen bir insan da elbette Rabbini de, bilecek ve Yunus Emre’nin dizelerinde ifade ettiği”ilim öğrenmenin izzet ve lezzetini yudumlayacaktır”
Atalarımız;” insana hizmet et ki, devlet yaşasın” derken, bugünkü; yaşayanlara da unutulmaz bir ikram da bulunuyorlardı. Temel amaç; bu felsefeyi yakalamak ve dünyada meydana gelen gelişim ve değişimleri insana özgü bir şekilde yorumlamak, bilim ve teknolojiyi amaca vasıta kılmaktır.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.