ŞAHISLARA BAĞLI YÖNETİM-2
27 Mayıs 2015, Çarşamba 00:00Hayat nasıl ki canlı bir organizma ise, bünyesine uygun olanları alır, anlamını yitirenleri atar ve hayatın yeni ihtiyaçlarına göre de şekillenirse, bu hayatiyet atfeden un surları asla göz ardı etmeden varlığımızı ve ruhumuzu maddi-manevi-milli amillerle doldurmalı ve süslemeliyiz.
Bunu uygulayanların: Türk tarihinin cenderesi içerisinde tarihe mal olduğunu, adlarının altın harflerle tarihimizin sayfaları içerisinde yer aldığını ve yine tarihimizin böyle altın harflerle yazılı olan kişilerle dolu olduğunu da biliyoruz. Bu meyan da; Mete Han’dan M.Kemal Atatürk’e gelinceye kadar genel itibariyle ortak devlet ve ortak dil olarak: Türk ve Türkçenin ahengi içerisinde bizimle beraber yaşayan kardeşlerimizle,” hep beraber biz olduğumuz” bilinci hiçbir zorlama olmadan hafızalara yerleşmiştir. Bu manada tam bir farkındalık vardır. Birlikte olmanın gerekliliğine inanmanın teslimiyeti ve sorumluluğu taşınmaktadır. Bugün de aynı yolun/idealin yolcuları olarak ufak tefek kırgınlıklar olsa bile devamın sağlıklı olduğundan yana şüphemiz bulunmamaktadır ve birlik içerisinde emin ellere yol alacağımıza inancımız tamdır.
Ve yine önemli bir noktayı daha vurgulamak gerekirse: devlete şekil vereninde onu anlamlı kılanında o devletin asıl sahibinin “millet” olduğu, devletin millet için ve halka hizmet için var olduğu gerçeğini de söylememiz gerekir. O halde: Milletin eserinin de; isteklerinin neye göre şekillendiğinden hareketle: en başta sahip olduğu dini inancı, yaşadığı ve taşıdığı/nesillere aktardığı kültürü, birliktelikten oluşan geniş yelpazeli ve çok kültürlü ama çokluk içerisinde aynı ideale ulaşan tarihsel bütünlüğü, hoşgörü ve insan sevgisine dayalı akılcı politikaları, jeopolitizminden kaynaklanan coğrafi stratejisi ve ekonomik varyasyonlarına dayalı olduğunu unutmamak gerekir. Demek ki :sağlam bir toplum sağlam bir teşkilatlanma ile kurulur gerçeğinden yola çıkarak,bu sağlıklı yapılanmayı oluşturabilmek içinde muhakkak insanların öz kültürlerine ve inançlarına dayalı yapılanmayı asla göz ardı etmeden şekillenmeyi ona göre düzenlemek formatı ona göre kurmak gerekir.Halka rağmencilikle uğraşıp dayatmalarla işi zora koşarak bu treni yürütmeye kalkışmak, daha yolun başında trenin raylardan çıkmasına yol açacaktır. Ya da oluşan olumsuz birikimler bir gün yatağını yarıp kendi oluşan düzeninde seyredecektir. Bunlar hayatın sosyal gerçekleridir ve tarihte misalleri vardır.
Buraya kadar ki açıklamalarımızla gelmek istediğim noktayı şöyle belirtmek istiyorum.
Sosyal ve kurumsal teşkilatlanmasını sahip olduğu değer anlayışı ile süsleyen Türk devletleri, ona bağlı kalıp sarıldığı ve dünyadaki geçerli anlayış/değişim ve algılamaları iyi anlayıp kendini geliştirebildiği uyum sağladığı ve üreten taşıyan anlatan yükselen bir değer olgusu taşıdığı müddetçe hayata tutunmuş ve başarılı olmuştur.
Kendisine yön veren sevk ve idare eden komuta kabiliyetli yeteneklerden bil istifade ile içinden çıkılmaz denilen zorlukları da aşmış varlığını sürdürmeyi başarmıştır.
Burada halkın inancı ve sağduyusu olaylara bakışı ve içinde bulunan vahametin zorlukları halkımızın öngörü ve sezgileri ile tespit edilmiş ve olabilecek sonuçlarına da hâkim olan basiretli tutum ve yaklaşımı ile birlikte tüm zorluklar güçlenerek aşılmıştır.
Bu meyan da sağlam bir kurum kültürü taşıyan canlı organizması ile kurduğu teşkilatlanmasıyla artık kendi ayakları üzerine basıp bunun sorumluluğunu dağdaki çobanına varıncaya kadar hisseden bir düşünceler manzumesi neden birlikte varız sorusunun da cevabını taşır. Çünkü birbirimize muhtacız.
Yıldırım Beyazıt Ankara savaşında yenilmişti ama devletin sağlam temele oturmuş teşkilatlanması ve birlik ruhu kültürü ile kısa zamanda toparlanabilmişti.
O halde, artık bilhassa günümüz dünyasında ancak fikirlerin yaşayıp yerleştiğini ve geliştiğini/aktarılabildiği savunulabildiği ölçüde de devam ettiğini bilmeliyiz. Bir fikir bir liderin sahiplenmesiyle gelişip güçlenebilir. Bu liderin de bu düşünceyi benimsemesi ve yaşamasıyla orantılıdır. Ancak liderin etrafında bulunanların bunu dozunu kaçırdıkları an, iş şakşakçılığa ve dalkavukluğa seyreder. Hatırlarsanız Körfez savaşında Saddam’a Iraklılar ezberletilen korku cümleleri ile “Saddam, Sen bizim her şeyimizsin” diyorlardı. Şahsa bağlı bir yönetim anlayışı kuran Saddam ise Devletini işgalden kurtaramadığı gibi, halkı da kendisine sahip çıkmadı. Aynısı Tunus’da oldu. Aynısı Libya’da oldu. Aynısı Romanya’da Megolamen Çavuşesku’de oldu ve kendisine bağlı özel birlikleri (sekurutate) bizzat kendi elleriyle kurşun sıktılar.
Buraya kadarki söylemleri özetleyecek olursak; evvela kendi açımızdan/tarihimizden bilgilerle ki konu zaten bizimle ilgiliydi yukarıdan başlayarak günümüze gelinceye dek kendi tarihsel serüvenimizden örnekler sunduk. Kendi tarihimizin kurumsal yapısına değindik ve bu arada her zaman daima yön veren bir lider kültü anlayışı olduğunu da ekledik. Ancak sadece liderlere bağlı kalınarak devam ettirilen bir zihniyet ya da anlayışın koskoca bir kurumsal yapıyı yürütemeyeceğini söyleyerek burada kurumsal yapının daima esnek/gelişime ve değişime kapalı olmayan/devlette devamlılığı esas alan/dogma olmayan/her türlü fikir ve düşünceye açık ve önemseyen bir yapıya sahip olması gerektiğini de açıklamalarımızdan çıkarılması gereken hususlar olduğunu da anlatmaya çalıştık. Ve sonuçta artık şu noktaya geldik: Günümüzde bu zaman da: Kişiler mi/Kurumsallaşmalar mı ya da Lider mi/Fikirler mi detayına uzanarak, etrafımızdaki olup biten olaylardan ya da günümüzdeki diğer toplumsal hareketlerden /değişimlerden yola çıkarak, Romanya örneğini verdik ve Arap baharından da kısa esintiler sunduk. Şimdi tekrar konumuzadevam edecek olursak;
İnsan Bakara suresi 30 ayette belirtildiği gibi kan dökücü bir tabiata/huya sahiptir. Aynı zamanda başkalarıyla birlikte yaşama karşılıklı yardımlaşmaya yatkın bir haleti ruhiyesi vardır. Ya da bir diğer deyişle hem rahmani hem de şeytani özellikleri beraberinde bulundurmaktadır.
Bilhassa İslam, insanın fıtraten sahip olduğu iyi özelliklerini ve barışçı olan yanını destekleyerek takviye eder ve onun yaşama sanatını becermesini, başkalarıyla güzel amel ve ilişkilerde bulunmasını salık verir.
İnsanın kan dökücü bir hal alması ve bu huyunu sürekli ön planda tutması sadece çevreye değil, kendi hayatını da tahrip edecek ve onunda psikolojisini bozacaktır. Psikolojik travma yaşayan bir insanın yaşama sanatını becermesi, örneklik teşkil etmesi yahut iyi hasletler taşıması mümkün değildir.
Peygamberler İlahi emirler doğrultusunda insanlara yeni bir hayat iklimi sunmak bu hayat alanlarında sahici yaşama biçimlerini geliştirmekle bunun fikriyatını anlatarak(tebliğ) çok daha geniş havzalarda yaşayanların dikkatini bu hayatiyet arz eden konuya çekmek istemişler, nefislerin isteğine değil, İlahi Kudretin bildirdiklerine göre yaşamanın sanatına davet etmişlerdir.(bir sonraki yazıda devam edeceğiz)
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.