SAHNE-İ SİYASET (5)
25 Ekim 2015, Pazar 00:00Peygamberimiz: “Bir şeye aşırı sevgi, hırs ve bağlılık, gözü kör, kulağı sağır eder, her şeyin aşırısından sakının, hayırlı olanı orta (normal) olanıdır” buyurur.([1])
Şehzade Mustafa Kanuni’nin oğlu ve gelecek vaat eden, her yönüyle herkese maşallah dedirten ve babasının ölümünden sonra Osmanlı tahtının emin ellere kalacağına, şanlı devletin şeref ve izzetine ilâveler yapacağına kesin inanılan, dolayısıyla çok sevilen bir gençtir. Ama kaderin ona ne girift ağlar ördüğünü, sahne-i siyasette rolünün ne kadar kısa ve acıklı kararlaştırıldığını kimse bilmiyor.
Kanuni’nin Ukrayna asıllı son eşi Hürrem Sultan ve ondan olma kızı Mihrimah Sultanın kocası Rüstem Paşa, siyaset kazanını fokur fokur kaynatıyor ve Hürrem Sultanın kendinden olma oğlunun Padişah olması için Şehzade Mustafa’nın ortadan kaldırılmasının şart olduğu düşüncesiyle akla ve hayale gelebilecek, hatta gelmeyecek, belki şeytanın bile aklına gelmeyecek duygu ve düşünceleri dile getirip, Kanuniyi tahrik edip, dünyada eşi ve benzeri ender görülen bir cinayetin işlenmesine ferman alırlar. “Güneşte de lekeler vardır” sözünde olduğu gibi, Batılıların Muhteşem Süleyman dedikleri o yüce padişahın şanına sabah-ı haşre kadar çıkmayacak olan bir kara leke çaldırıyorlar.
Ordu doğuya sefere gitmektedir. Amasya’da Vali olan Şehzadeye de Ereğli’de orduya iştirak etmesi emredilir. Uzun yıllar görmediği babasına kavuşmanın aşk ve heyecanının verdiği mutlulukla ordugâha gelip babasının Otağ-ı Hümayununa giren Şehzade, babası yerine ellerinde yağlı kementlerle söz anlamayan, laf dinlemeyen sağır ve dilsizlerle karşılaşmış, ne kadar mücadele ettiyse de yenik düşmüş ve hayatının baharında, siyasi cinayet kurbanlarının halkasına eklenmiştir.
Sheakspere: “İnsanlar balıklar gibi birbirlerini yiyerek yaşarlar”. demiştir. Siyaset sahnesini temaşa ederken bu sözün ne kadar doğru olduğunu insan daha iyi idrak edebilir. Çünkü siyasette vefanın, dostluğun, arkadaşlığın… çoğu zaman sadece ismi vardır. Hele hele kendisi ve kendi menfaati söz konusu olduğu zaman, çoğu kez, bu âli duygulardan eser bulunmaz. Prensip olarak hiçbir hususta genel konuşmayı ve yazmayı sevmem. Bir zümrenin bir sınıfın tamamını kötülemek, karalamak, töhmet altında bırakmak… bunlar hakkaniyet ölçüsüne uyan şeyler değildir. Elbette istisnalar da vardır.
Divançe-i Ali Bey isimli mizahî lügatte dost: “fırtınalı havalarda içi dışına dönen şemsiyedir...” diye tarif edilmiş. Siyasette çoğu zaman dostluklar böyle olmaktadır.
Yine Enderunlu Vâsıf şöyle demiş:
Mâran gibi hep bir birini sokmada yâran
Bir semm-i helâhildir adı sohbet-i ihvân. . .
Yani: Günümüz sohbetlerinin adına aldanmamak gerekir. Zira bunlar nasıl dostluklarsa, ölümcül zehirle sokmaya fırsat arayan yılanlar kadar birbirine düşman oldukları halde, bir araya gelmelerine sohbet-i ihvan diyebiliyorlar.
Balkan savaşlarını yerinde takip eden Fransız Ullistration Dergisi muhabiri Georgos Remon ve Gazeteci Staphanne Lausanne: "Balkan savaşlarında Türk Ordusunu Sırpların, Bulgarların veya Yunanlıların değil politikanın, savaşta bile siyasi çekişme ve kıskançlıkların yendiğini" ortak kanaat olarak belirtmişlerdir.([2])
Bulgarların Edirne’ye yaklaştıkları sırada sırf Edirne düşerse mevcut iktidarda düşer düşüncesiyle, Talat Paşa ve benzeri kişilerin, böyle basit siyasi mülahazalar sebebiyle, Edirne cephesine gidip askere; “siz Anadolu evladısınız. Gidin oraları koruyun” diye menfi propaganda yaptığı ve Şükrü Paşanın buna mani olduğu bile yazılmaktadır.([3])
“...Sırf kendileri yeniden başa gelebilmek için, ittihatçı subay ve politikacıların askeri savaşmamaya teşvik ettikleri, bunun için eratın arasında menfi propaganda yaptıkları, hatta levazımda görevli olanların, yanlış cephane göndererek cephelerin çökmesine sebep olacak kadar çirkin cinayetlere tevessül ettikleri de söylenmektedir.”
Siyasi arenada hiç kural tanımayıp Osmanlı Devletinin kısa zamanda yıkılmasına sebep olan, “İttihatçı ileri gelenleri devletin bütün önemli mevkilerini tutmak istemişler, Enver ve Cemal Beylerin, rütbeleri tutar hale getirilmek için, Trablusgarp ve Balkan harplerindeki başarıları sebebiyle ikişer rütbe birden terfi ettirilerek, 1914 yılı Ocak ve Mart aylarında Harbiye ve Bahriye Nazırlıklarına getirilmişlerdir. Maliyeye de Selanikli Cavit Bey ve Şeyhülislâmlığa da Hayri Efendi getirilmiştir... Bu arada Yıldız sarayından çıkan jurnaller incelenmeye başlandı. Pek çok vatan kahramanı sayılan kişinin ispiyonlarına da rastlanınca jurnal evrakları toptan yakılarak imha edildi...”([4]) (yazı devam edecek)
Dipnotlar:
[1]- Ebû Dâvûd, Edeb 125, (5130).
2- İlhan Bardakçı, “İmparatorluğa Veda”, Hülbe Basımevi 1985, s. 387.
3- Tarih ve Düş Dergisi, Kasım-Aralık 2001, s. 57.
4- Sait Halim Paşa, “Buhranlarımız ve Son Eserleri” M. Ertuğrul Düzdağ, İz Yay. s. 17.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.