“SANA NE YAPTILAR?”
18 Eylül 2019, Çarşamba 08:45Torosların zirvesinde Taşkent’te dünyaya gelir. Babası ,elim bir ölüm olayından sonra ailesini alır ve İstanbul’a taşınır. O sıralar ileride önemli bir adam olacak olan Davutoğlu 4-5 yaşlarındadır. İstanbul’a taşınırlar ama memleket onlar için bir sevdadır. Atalarının topraklarını unutmazlar..Her fırsatta Taşkent’e gelir, giderler.
Gençlik ve öğrencilik yıllarında siyasete mesafeli durduğu söylenir.
O yıllarda öğrencilik dışında severek yaptığı işin , ülkdeki siyasi gelişmeleri kendisine yakın bulduğu dar bir çevre ile müzakere etmek olduğu söylenir.Osmanlı, Cumhuriyet ve Atatürk konularında iddialı fikirleri olan genç ve idealist bir insandır.Belli konularda karşısındakini dinlemektense daha çok konuşmayı tercih etmesi o yıllarda edindiği alışkanlıktır. Gençlik yıllarından sonra da bu huyunu hayatı boyunca devam ettirdiği söylenir. Zaman içerisinde konuşma üslup ve disiplini olan müthiş bir hatip olur.Heyecanlı ve çoşkulu konuşur. Konuşmalarında az da olsa mülayım ama daha çok serttir. Sert bir yüzle ve sert sözlerle rakip gördüğü insanları yerden yere vurur. Bazen konuşurken ne yazık ki kontrolünü kaybettiği anlar da olur. İşte böye anlarda söylememesi gereken bir takım sözler de çıkar ağzından.
Hayatını üniversite hocalığı üzerine planlar. Saygın üniversitelerde hoca olacak. Öğrenci yetiştirecek. Kitap yazacak ve konuşacak. İnsanlığı ilmiyle aydınlatacak. Nitekim uzun yıllar böyle de olur.
Neredeyse bütün hayatı ilim olan, üniversite olan Ahmet Davutoğlu hayatını bu değerler üzerine bina etmeye çalışırken günün birinde Recep Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül’le tanışır. Bu tanışmadan 2-3 yıl sonra Ak Parti kurulur. Fakat o hayatını üniversite hocası olarak devam ettirme karar ve azmini muhafaza etmektedir.Lakin kendisi gibi düşünmeyen bir Recep Tayyip Erdoğan ve bir de Abdullah Gül vardır.
Ak Parti kuruluşunu tamamlamış ve iktidar olmuştur.
Dönem Abdullah Gül’ün başbakan olduğu dönemdir.
Onu ikna ederek Ankara’ya getirirler.
Önce hükümette başdanışman olur.
Tayyip Erdoğan başbakan, Abdullah Gül Cumhurbaşkanı olunca aynı anda her ikisine de dış politika danışmanlığı yapar.
Yıldızı hızla parlamaya başlar. Adeta Gözyüzünü aydınlatan yıldızlar gibidir. İsmi yurt içinde ve yurt dışında duyulan, bilinen, ağırlığı olan ve güvenilen devlet adamı olur bir anda. Gençlik yıllarında siyaseti aklından bile geçirmeyen bu genç adam, devletin zirvesine doğru yürüyerek değil, koşarak çıkar.Tabi onu zirveye çıkartan şüphesiz ki aklı ve yetenekleridir ama arkasındaki itici gücün Erdoğan ve Gül olduğunu da kabul etmek lazım. Bu ikilinin onun üzerinde asla gözardı edilmemesi gereken hakları var.
Önce Dış İşleri Bakanı yapılır.
Tayyip bey Cumhurbaşkanı seçilince parti kongresinde onun elinden tutar ve milyonlarca kalabalığın önünde, ellerini birleştirerek havaya kaldırır ve Davutoğlu’nu Ak Parti’nin genel başkanı ve başbakan olarak ilan eder. O sıralar bu görevi bekleyen partinin daha başka ağır topları da vardır ama Erdoğan en güvendiği adam olarak partiyi ona teslim eder, Başbakanlık koltuğunu da ona verir.
Taşkent’in sert yüzlü adamı hayatında yeni bir yükselişe daha geçer. Çocuk yaşlarda Taşkent’ten, İstanbul’a oradan da Ankara’ya gelirken aklından bile geçirmediği ve hayal etmediği başbakanlık koltuğu kendisine teslim edilir
AK Parti gibi büyük ve kitleleri arkasından sürükleyen bir partinin genel başkanı olur..
Başbakan olur.
Uzmanlık alanı dış politika olduğu için yıllarca devletin Avrupa Birliği, Kıbrıs, Irak, Suriye politikalarında belirleyici isim olur. Mesela, “Komşularla sıfır sorun politikası” ona ait bir sözdür. Ama hayata geçmeyen bir sözdür.Suriye konusunda da her ne kadar sonradan kabul etmemiş olsa da aktif rol oynayan isimlerden birisi olur. Fakat devlette işler tam da iyi giderken beklenmedik bir anda “ego” denen bela başına musallat olur. Cumhurbaşkanı Tayyip Beye karşı duran iç ve dış mihraklar, Başbakan olan Ahmet Davutoğlu’nu ele alırlar. Ortalık fitneden, fesattan geçilmez hale gelir. Ne yazık ki bu süreçte Davutoğlu kendisini, her şeyin üstünde görmeye başlar. Tayyip Erdoğan’a itiraz etmeler, kafa tutmalar, “Ben yaptım. Ben emir verdim” sertliği, uyumlu giden ortamı bozar. Ayrıca bu süreçte Erdoğan’a rağmen ve Erdoğan’ı “yok” sayan icraatlar da gündeme gelir.
Peki neden böyle oldu, nasıl oldu?
Onu da anlatalım.
Ahmet Davutoğlu belli bir yaştan sonra siyasetçi yapılan bir insan. Yani fazla bir siyasi tecrübesi yok. Belki siyasetin mutfağında biraz pişmiş/pişirilmiş olsa böyle olmazdı, olmayacaktı.. Siyasete belli bir yaştan sonra giren Hoca onca iyi niyetine rağmen kuşatıldı. Çevresi daraltıldı. Bu konuda kendisinin istismar edildiğini düşünenlerdeniz.
Bu hikayenin başka bir ilginç yanı da şu..
2016 yılında başbakanlıktan ve parti genel başkanlığından istifası istenen Davutoğlu; “partinin bölünmemesi için görevi bıraktığını” söylemişti. Kendisi bugün ne yapıyor? Partinin bölünmesi için, yeni parti kuruyor. Genel başkanlığı bıraktığı gün yaptığı kongre konuşmasında Tayyip Beyin gözlerinin içine baka baka “Ailem, ailendir. Ailen, ailemdir” diyen bir insan, bu sözleri söylediği insanı yeni bir parti kurmak suretiyle sallamaya çalışıyor.
Davutoğlu ayrıca çok sert çıkışlar yapmaya devam ediyor. Karşı tarafı sert olmakla eleştirirken, kendisi de sert çıkışlar yapıyor.
Geçmişte kendisini zirveye taşıyan bir insana karşı değil de sanki siyasi bir hasma saldırıyor.O zarif, ilim, irfan ve konuşma sanatına hakim insana ne oldu? Bizim kültürümüzde “Ahde vefa” denen yüce değer ayaklar altında kaldı. Dava dümura uğradı. Karşıtlık husumete, kin ve hatta kan davası şekline döndü.
Yazıyı Attila İlhan’ın bir mısrasıyla bitirelim.
“Çok değişmişsin sen birden tanıyamadım,
Sana ne yaptılar, sana ne yaptılar?”
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.