SAVRULAN GENÇLİK
28 Temmuz 2018, Cumartesi 10:04Ülkemizde ve dünyada çok hızlı gelişmeler yaşanıyor. Bununla ilgili gelişmeleri takip etmek, çeşitli medya iletişim organlarından dünyayı ve ülkemizi bu şekilde nasıl bir gelişme seyri içinde olduğuna dair gündeme ilişkin haber ve diğer kayda değer olayları değerlendirmek, nerdeyse dünyanın dönüş hızından daha fazla akıcı olarak kayan yıldız gibi gelişen gündemi yakalamak bir hayli zor ama bir o kadar tatlı telaş gerektirmektedir.
Bendenizde hem okula asli işim olarak vakit ayırmak diğer arta kalan zamanımda kendi çapımda şiir ve gazete yazıları için çalışarak geçirmek suretiyle, birde piyasaya yeni çıkan kitapları takip etmek gibi hobimle, günümü geçirmeye(değerlendirmeye) çalışıyor ve tabir caizse vaktimi dolu dolu geçirme gayreti içerisinde tutmaya çalışıyorum.
Alışmışım her gün gece saat 12.00-01.00 gibi yatmaya bazen tutmayan uykuyu gönderiyor teheccütle vaktimi değerlendirmeye sabah namazından sonra da bir miktar uyku ile yeniden bismillah deyip işe koyulmaya gayret ediyorum. Ne yapalım bu yaştan sonra artık daha fazla hani bir ayağımız çukurda hesabıyla ahret hayatı bizi daha fazla meşgul etmektedir.
Bütün bunların arka planında kendi adıma öğretmen olarak eğitimin yattığı inancındayım. Bizim zamanımızdaki çocukluk hayallerimizin topluca oyun kurma heyecanını şimdiki çocuklarımızda olmadığı daha doğrusu yaşayamadıkları düşüncesindeyim. Biz kıt imkânlarla yeri geldi kendi oyuncaklarımızı kendimiz yamak suretiyle oyun oynamanın mahalle arkadaşlığının tadına vardık. İnanın oyun oynamak yemek yemekten çok daha tatlıydı. Bize o oyunlar şimdi daha iyi anlıyorum da ana sütü gibi yararlıydı.
Benim zamanımda yaşadığım çocukluk gençlik ve heyecanını şimdiki yeni nesilde bulmak görmek mümkün değil kıyaslanmaz bile. Hayatın acısını gerçeklerini öz değerlerimizi gelenek ve göreneklerimizi yaşayamayan ve düşünemeyen bir hazırcı gençlik var şimdi. Hayatın ritmik akışında kendisine biçilen rolü dahi anlamaktan uzak ve kestiremeyen bir gençlik. Şimdi hayatın içinde pişenle hayatın içinde pişman yaşayan eldesiz topluma ve değerlerine uzak büyük küçük hatır ve nezaketini bilmeyen ivmesiz ve kaalesiz bir gençlik var karşımızda.
Ruhani bir faaliyetin bile içinde bulunmaktan aciz sanki duyguları dumura uğramış yanı başında titreşen alevden bile bihaber endişesiz geleceksiz hazır yiyici bir gençlik var karşımızda. Acı sevinç keder iyilik yapma başkalarına yardımcı olma, kendini dinleme, yürek sessizliği gibi öz kişisel hasletlere yabancı kalanların yani acıma hissi başkalarına yanma gibi edep gerektiren duyguları körelenlerin yakacak bir lambaları var mı ki?
İlkokula giderken çürük yumurta sarısı renkli okul binasından nefret ederdim. Korkardım okula gitmeye. Sarı yapraklı defterlerimiz vardı. Şimdiki gibi çok çeşitli kitaplara sahip değildik. İstesekte zaten satın alma imkânımızda yoktu. Diz boyu kar bile bize engel değildi. Zaten kar yağsa da tatil nedense o zamanlar pek olmazdı.
Ödevlerimize pek yardımcı olan da yoktu. Kendi kendimize bi şeyler yapıyorduk. Ödev yapılmayınca bizim tanıştığımız cennetten çıkma nesneler vardı. Ve o gün tanışan elinde kalemi birkaç gün tutamayabilirdi. Buna rağmen mutluyduk. Çünkü çocukluğumuz kapalı bir kutuda değil, mahalle arkadaşlarımızla ve evlerimizdeki kardeşlerimizle birlikte geçmekteydi. Biz elimizdeki kıt kanaat imkânlarla inanın mutlu olmayı biliyorduk. Maddi yönden çoğu isteklerimiz hiç olmadı ama üstümüz başımız yamalıda olsa temizdi. O zamanlar sinema kültürü yeni yeni başlamış Yeşilçam filmleri gündemi meşgul etmekteydi. Öğrencilerin en çok hoşlandıkları eğlence buydu. Herkes gittiği izlediği filmi büyük bir zevkle anlatır bundan haz duyardı. Cebinde en çok parası olanlar biraz zengin olanlar ile memur çocuklarıydı. Gıpta ile bakardık memur çocuklarına. Üstleri başları temiz ceplerinde harçlıkları ve kızlara hava atan kasılmalarıyla göze batarlardı.
Hatırladığım bir diğer hususta bisiklete binmekti.25 kuruşu olan binerdi. Sanırım 5 ya da 10 dakika idi. Bisiklete binmek harman yerinde dövene binmek yaylaya arkadaşlarla beraber gitmek göle yüzmeye gitmek çayır ve otlaklarda hayvan otlatmak yaz hocaya gitmek yaz tatilimizi değerlendirdiğimiz o günkü şartlarımızdandı.
Hiç unutmam ortaokula giderken mahallemizin bir ilkokulunda bir öğretmenimizin etrafına toplanan bizlere, “ çocuklar biliyor musunuz bu eller yazda yabanda çok tezek topladı kış yakacağı için” demesi hala kulaklarımı çınlatır. Ki o yıllar gerçekten yoksul ya da orta halli ailelerin çok olduğu dönemlerdir. O yıllarda evlere misafirliğe gidilir bir bardak çay içmek ikram etmek bile büyük bir zenginlik ve lüks ortamı idi. Ben büyüklerimizin bitmesin diye kesme şekeri sandığa sakladıklarını biliyorum.
O yıllarda büyüklerimiz ana babalarımız oku oğlum derlerdi. Kız çocukları pek fazla okuma yönüyle bilhassa kırsal kesimde şanslı değildi ama ben ilkokula giderken ortaokul ve liseye giderken kızların okula gittiklerini ve sayılarının da bir hayli fazla olduğunu biliyorum. Ben okuyamadım ama seni ceketimi satar yine okuturum diyen büyüklerimizin telkinleriyle biz birazda korkuya dayalı dayakçı eğitim zorlamasıyla içimden gelerek okula devam ettik.
Arkadaşlarla birlikte ödev yapar bilemediğimiz soruları üst sınıflardaki çalışkan ağabeylere sorar ve öğrendiklerimizi keyifle sınıfta havalana havalana anlatırdık. Aldığımız yüksek notlar olursa başka sınıflarda tahtaya yazar herkes bizimle tanışmak için sınıfımıza gelirdi. O zaman değerliydi okul, öğretmen, okumak önemsenirdi. Kıymetliydi her şey. Öğretmen çok değerliydi. Saygı duyulurdu. Hele köyde ise başköşeye geçirilirdi öğretmen. Odunu, yakacağı, yemeği, yoğurdu ekmeği getirilirdi. İtibarı vardı öğretmenin. Misafir olarak çok saygı görürdü. Çünkü o halkın gözünde muallimdi.
Bugünlerde ise mesela yaz döneminde eve gelen torunlara bakıyorum da anası küçük olana nerdeyse aç kalmasın diye iki saate bir daha çocuk acıkmadan habire yediriyor. Yani çocuk aç kalmanın ne olduğunu, nimetin değerinin ne olduğunu kıymetini bilmiyor. Çocuk genç her kimse ne öğrenirse evden öğrenir ama sokaklar o kadar çok baskın ki çocukları adeta esir almış durumda. Acıyı çileyi çekmeden hayata hazırlanan bu gençler maalesef birçok psikolojik problemlerle beraberinde yaşadıkları için kıskanç geçimsiz doymak bilmeyen iştiha üretmeden tüketmek hayali ve ruhi boşluk etmenleriyle boğuşmakta.
Hayatla yüzleşemeyen elbette kendisini de tanımayacaktır. Manevi değer duygularından yoksun kalanlar ise sadece dünyevi ihtiras ve yemek yeme alışkanlığı ile birer obezite yolcusu olacaklar. Bakın daha küçüklükten itibaren sorunlar yumağı haline gelen bu gençlerin ileride daha da sarmal hale gelen problemlerle baş etmeleri sizce mümkün mü? Peki, çözüm ne gerçekten sizce?
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.