ŞEMÂİL-İ ŞERÎFLER -2
14 Nisan 2015, Salı 00:00Şemâil’ler hilyelerden daha geniş ve kapsamlıdır. İkisinin kaynağı da hadis kitaplarıdır.
Ben buraya bir örnek olması bakımından Yakın tarihimizin âlim ve fâzıl devlet adamlarından olan Ahmet Cevdet Paşa’nın (ö: 1895), “Bazı Evsâf-ı Seniyye-i Muhammediyye” başlığı altında yazdığı “Şemâil” Özeti”ni alıyorum:
“(Peygamber Efendimiz) Güler yüzlü, tatlı sözlü idi. Kimseye fenâ söz söylemez ve kimseye bed muâmele eylemez ve kimsenin sözünü kesmez, mülâyim ve mütevâzi idi. Haşîn ve galîz değil idi. Fakat mehîb ve vakur idi. Beyhûde söz söylemezdi. Gülmesi dahî tebessüm idi.
O’nu ansızın gören kimseyi mehâbet alırdı ve O’nunla ülfet ve musâhabet eyleyen kimse, O’na cân ü gönülden âşık ve muhîb olurdu. Ehl-i fazl’a, derecelerine göre ihtirâm eylerdi. Akrabasına dahî pek ziyâde ikram eylerdi. Lâkin onları, kendilerinden efdal olanların üzerine takdîm etmezdi.
Hizmetkârlarını pek hoş tutardı. Kendisi ne yer ve ne giyerse, onlara dahî onu yedirir ve onu giydirir idi.
Sahî ve kerîm, şefîk ve rahîm, secî ve halîm idi. Ahd ü va’dinde sâbit, kavlinde sâdık idi. Elhâsıl, hüsn-i aklâkça ve akl ü zekâvetçe cümle nâsa fâik ve her türlü medh ü senâya lâyık idi.
Kitap okumamış, yazı yazmamış olduğu hâlde, avâm ve havâsın zâhirî ve bâtınî umûrunda vâki olan hüsn-i tedbîr ve tasarrufunu bir adam düşünse, o Hazret’in ne mertebe akl ü fehm ü zekâsı olduğunu derhâl anlar; ve zulumât-ı cehl içinde kalmış kabâil-i Arab arasında büyüyüp ve Cezîretü’l-Arab gibi bir hücrâ mahâlde zuhûr eyleyip de, ümmî olduğu halde enfüs-ü âfâkı envâr-ı ulûm-u maârif ile münevver ettiğini bir akl-ı selîm sâhibi teemmül etse, bilâ tereddüt, O’nun dâvâ-yı nübüvvetini cezmen tasdîk eyler.
Yemede, giymede kadar-ı zarûret ile iktifâ ve ziyâdesinden ibâ eylerdi. Bulduğunu yerdi, bulduğunu giyerdi ve tam doyunca ve karnı dolunca yemezdi. Üzerinde yatıp uyuduğu döşek, deriden mâmûl olup içi dahî hurma lifi idi.
Az vakit içinde bunca fütûhâta mazhar olmuş ve vâridât-ı islâmiye çoğalmış iken, dünya malına aslâ iltifat eylemezdi. Ve ganâimden kendisine âit olan emvâlin ekseriyetini müstehaklarına sadaka edip, kendi taayyüşü için pek az bir şey alıkor du. Bu cihetle, bâzen istikrâza (borç almaya) mecbûr olurdu.
Ehl-i Beytinin ekseriyâ yedikleri arpa ekmeği, yâhut hurma idi. Ve dâr-ı ukbâya azîmetinde, en sevgili zevcesi olan Âişe hazretlerinin hücresinde, cüz’î arpadan başka yiyecek yok idi. Zırhı bir Yahûdi yedinde merhûn idi ki, iyâlinin nafakası için otuz sâ’ arpa ödünç alıp, zırhını rehin etmiş idi.”
Metinlerde geçen bazı kelimelerin karşılıkları: Hılkatçe: Yaratılış bakımından; Beni âdemin ekmeli: İnsanların en mükemmeli; Tâmmül âzâ: Her uzvu eksiksiz; Habîb-i Hudâ: Allah’ın sevgili Peygamberi; Matbû: Hoş, güzel; Mevzûn: biçimli, yakışıklı; Karîb: Yakın; İtidâl: Ölçülü; Nebiyyi Müctebâ: Seçilmiş Peygamber; Lemeân etmek: Parlamak; Fem-i saâdeti: Mübarek ağzı; Âbdâr: Taze, parlak, zarif; Tâbdâr: Parlak, ışıklı; Rayihâ-yi Tayyibe: Güzel koku; Havass: Duyular; Azimetinde: Gidişinde; Suhûlet: Kolaylık; Mehîb: Heybetli, azemetli; Mehâbet: Bir büyük karşısında çekinme, saygı; Ehl-i Fazl: Faziletli, erdemli; Sahî: Comert; Secî: Cesur; Halim: Yumuşak; Zekâvet: Çabuk anlama kabiliyeti; Zulûmat-ı Cehl: Cehaletin karanlıkları; Kabâil-i Arap: Arap kabileleri; Ceziretül Arap: Arap Yarımadası; Enfüs ü Âfak: Gözle görülen görülmeyen âlemler; Cezmen: Kesinlikle; İbâ: Çekinme, sakınma; Vâridât-ı İslâmiye: İslâmın gelirleri, bütçesi; Ganâim: Ganimetler; Taayyüş: Yaşama, geçinme; İstikrâz: Borç; Yedinde merhûn: Elinde rehin edilmiş; Sâ: Bir tartı birimi.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.