SPORDA ŞİDDET, HOLİGANİZM VE NEOLİBERALİZM
04 Haziran 2024, Salı 00:22Küçükten büyüğe tüm insanların ruh ve beden sağlığının gelişmesini sağlayan Spor, sosyolojik açıdan da topluma sağlamış olduğu katkılar bakımından tartışılmayacak bir gerçektir.
Spor denilince akla genellikle çok sayıda hitap eden futbol gelmektedir. Heyecan ve coşkuya açık, ucuz ve eğlenceli olmasından dolayı kitlesel tüketime en elverişli spor dalı olan futbol diğer spor dallarının önüne geçmektedir. Futbol; kuruluşun, okulun, köyün, mahallenin, kentin, ülkelerin adına oynanır ve bu yerleri temsil eder. Futbol takımının taraftarı olmak için herhangi bir şart yoktur. Her birey ait olduğu toplumsal şartların ve aile başta olmak üzere bulunduğu çevrenin etkisiyle taraftar olmaktadır. Taraftar olarak adlandırılan kitleyi incelerken olaylara o günkü toplumsal ve ekonomik açıdan bakmak gerekir. İşsizlik, eğitimsizlik, hayatın getirdiği zorluklar gibi sosyo-kültürel bozukluklar taraftarların şiddete ve kötü davranışlara yönelmesinde başlıca etkenler olarak öne çıkıyor. Böyle olunca da taraftar olarak adlandırılan spor severler holigan olarak nitelendirilen bireylere dönüşüyor. ’’Holigan’’ futbolda fanatizmi destekleyen aşırı şiddet davranışlarında bulunan ve etrafa zarar vermeye eğilimli taraftar anlamına geliyor. Holiganizm terör boyutuna varan şiddet hareketlerini ifade etmektedir.
İlk olarak Britanya'da oynanmaya başlayan futbol işçi sınıfının en büyük eğlencesi oldu. Ve Avrupa'daki birçok futbol kulübü yoksul halk kesimlerinin ve emek sınıfının taraftar desteği doğrultusunda gelişerek büyüdü. 1980'li yıllardan itibaren İngiltere başbakanı Margaret Thatcher önderliğinde yeni bir sermaye birikim modeli dünyaya dayatıldı. Bunun sonucunda başta futbol sahaları olmak üzere Neoliberalizm rüzgarları tüm spor alanlarında esmeye başlayacaktı. Bu sert rüzgarın esmesi için öncelikle uygun iklim koşullarının oluşturulması gerekiyordu. Neoliberalizm rüzgarlarının imdadına tarihe Heysel faciası olarak geçen 1985 yılındaki Juventus-Liverpool takımları arasında oynanan Şampiyon Kulüpler Kupası finali yetişti. Maç öncesi taraftarlar arasında başlayan kavgada 39 kişi hayatını kaybetti. Olayların soğumasının ardından yapılan değerlendirmelerde güvenlik zafiyetine vurgu yapılacak ve neticesinde futbol dünya ölçeğinde büyük bir dönüşüme uğrayacaktı. İngiliz holiganların yarattığı olaylar nedeniyle FİFA'nın vereceği cezayı az bulan Thatcher ’’Bu hayvanların cezasını ben vereceğim’’ demiş ve ülkesindeki tüm futbol kulüplerinin Avrupa kupalarından 5 yıl süreyle men edilmesini sağlamıştı.
Endüstriyel futbol ve futbolun marka değeri gibi kavramlarla tanıştığımız bu yıllarda, oluşan itibar kaybı biran evvel telafi edilmeliydi. İlk olarak stadyumların modernizasyonuyla işe başlandı. Yeni dünya düzenine uygun hale getirilen stadyumlarla birlikte artan bilet fiyatları neticesinde tribünlerin eski sahipleri maçlara gelmekte zorlanacak, zengin yeni müşteriler localarda, konforlu koltuklarda yerlerini alacaktı. Hepsinin ayrı bir hikayesi olan Avrupa'nın dev kulüpleri ekonomik sıkıntılarla boğuşurken onların yardımına da Rus ve Arap milyarderler başta olmak üzere uluslararası sermaye sahipleri yetişecekti. Ülkemizdeki futbol anlayışı da bu değişimden, dönüşümden payına düşeni alacaktı. Futbol artık gücü elinde bulunduranların büyük kazançlar sağladığı önemli bir rant sektörü haline gelecekti. Politik oyunlar, derin ilişkiler, çıkar çatışması içerisinde hakemler baskı altında maç yönetmeye zorlanacak, sporcular bir anlık hataya kurban edilecekti. Beyinleri zincire vurulmuş sadece kazanmaya odaklı yöneticiler, bozuk sosyo-kültürel yapıda debelenen sporcular ve geçimlerini bu malzeme üzerine inşa eden reyting uğruna seviyesizliği dibe vurduğu spor programlarındaki yorumcular yaşadığımız bu yozlaşmanın baş aktörleri olarak karşımıza çıkıyordu. Şimdilerde eski Türkiye olarak adlandırılan çocukluk yıllarımızda ve öncesinde sporun içerisinde ne böyle kaotik bir ortam ne de böylesine bir spor medyası vardı. Doğan Koloğlu geleneğinden gelen Halit Kıvanç, İslam Çupi, Kenan Onuk ve daha niceleri gibi yüksek değerlere sahip insanları televizyon ekranlarında görüyorduk. Hayatın her alanında centilmenlik timsali olan o insanlar birçok spor branşını izleyicilere sevdirmiş ve sporun kavgadan uzak birleştirici yönünü bizlere aktarmışlardı. Atletizm, buz pateni, jimnastik başta olmak üzere kış olimpiyatları da onların anlatımıyla dünyamıza dahil olmuştu. Şimdi unuttuğumuz çocuksu bir neşe içerisinde gülümseyerek anımsadığımız o yıllarda hayata dair ne kadar çok umudumuz olduysa bunu keyifle izlediğimiz spor müsabakalarına borçluyduk belki de. Tevazünün ve zarafetin yaşamın her alanında olduğu gibi spor alanlarına da yansıdığı o günlerden ’’Biz Büyüdükte Kirlendi Dünya’’ derecesine geldik bu günlere.
Aynı zamanda büyük bir futbol tutkunu olan Uruguaylı yazar Eduardo Galeano ‘’Gölgede ve Güneşte Futbol’’ kitabında bahsettiği bir öyküyle futbolun Neoliberalizm karşısındaki yenilgisini etkileyici bir şekilde yansıtır. ‘’Brezilya’nın önemli kulüpleri arasında yer alan San Lorenzo takımı borçlarından dolayı maçlarını oynadığı stadı satmak zorunda kalır. San Lorenzo takımında uzun yıllar golcü olarak forma giyen Sanfilippo eski stadlarının yerinde büyük bir zincir market görür ve heyecanla marketin içerisine girer. Birçok kez gollerini atarak sevinç yaşadığı kalenin yerinde yiyecek reyonu durmaktadır. Müşterilerin ve kasiyerlerin şaşkın bakışları arasında eski günlerine dönen Sanfilippo gol sevincini bu kez yiyecek reyonlarının arasında yaşar.’’ Bir kara mizah örneği olan bu anı futbolu nasıl tükettiğimizin çarpıcı bir göstergesidir.
Sadece ekonomik bir paradigma olarak değil, kültürel ve siyasi boyutuyla da hayatımıza damga vuran Neoliberalizm rüzgarlarımı bizi bu noktaya getirdi yoksa bizler mi isteyerek bu rüzgara kapıldık bilinmez, yalnız Dünyanın yaşam kaynaklarının sömürenler ve yeni moda tabirle kazan-kazan anlayışı etrafında kümelenenler her şeyi yok ettikleri gibi sporun evrensel değerlerini de yok ederek dünyayı daha da yaşanılmaz hale getirdikleri büyük bir gerçek. Dünya spor kamuoyu kitlesel olarak bu kültürel, sosyal ve ekonomik çöküşe kırmızı kart göstermediği sürece spor alanlarını etkisi altına alan kaotik ortam her geçen gün daha da içinden çıkılmaz bir hal alacak ve spor insanlık tarihi açısından temsil etmiş olduğu felsefi anlamını tamamiyle kaybedecektir.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.