SÜRGÜN-2
10 Haziran 2015, Çarşamba 00:00Almanlar Paris’i işgal ettikleri ikinci dünya savaşı yıllarında, mahallelerde nüfus tespiti yapmışlar, sürgündeki Osmanlı hanedan mensubu kişilerle karşılaşınca, selâm durmuşlar ve işgal boyunca bütün ihtiyaçlarını evlerine getirmişler.([1])
Yine 2. Dünya Savaşı günlerinde, Halife Abdülmcid Efendi sürgünde Paris’te iken; Almanlar Paris’te direnişçi avı başlatmışlar. Direnişçilerden 7 kişi Gestaponun korkusundan halifenin evine sığınmış, Almanlar almak istemiş, halife vermemiş, neticede bizzat gidip işgal kumandanı ile görüşmek suretiyle bir daha yapmamak kaydıyla hepsini bağışlatmış ve teslim etmemiştir.([2])
Osmanlının şiarındandır ki; kendisine iltica eden hiç kimseyi geriye teslim etmemiş, ama günümüzde Çeçen direnişçilerden yurdumuza iltica edenlerin, Rus ajanları tarafından, kuş gibi avlanmalarına aldırmıyoruz.
Keçecizade İzzet Molla, Konya’da Mevlânâ Külahları imal ederken İstanbul’a hicret eden bir ailenin oğludur. Aynı zamanda Devleti Aliyye’ye uzun yıllar bürokrat olarak hizmet eden ve birkaç defada Sadrazamlık yapan meşhur Keçecizade Fuat Paşa’nın babasıdır.
İzzet Molla şair, edip ve doğru sözlü bir kişidir. “Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar” atasözünde olduğu gibi, İzzet Molla’da doğru sözlü ve dürüst bir insan olduğu için birkaç defa sürülmüş, son sürgününde ölümü de diyar-ı gurbette olmuştur, şöyle ki:
Sultan ll. Mahmut döneminde 1828 Mora’da çıkan büyük isyan üzerine Şeyhülislâmlık dairesinde Savaş Meclisi toplanır. Üyelerin ekseriyeti savaş taraftarı olduğu için savaş kararı çıkar. İzzet Molla bu karar üzerine bir lâyiha (rapor) hazırlayıp ilgili mercilere sunar.
Özet olarak Vahhabi isyanı, Eflak ve Boğdan isyanları, Tepedelenli Ali Paşa vakası, Mısır ve Akka beldelerinin Osmanlıya baş kaldırışı, Anadolu ve Rumeli’de görülen isyan ve tenkil hareketleri vesilesiyle bu kadar karışıklığın içinde bir de savaşa girilirse akıbetin hiç iyi olmayacağını, neticenin vahim sonuçlar doğurabileceğini, savaşa girmeden bu gailenin değişik usullerle atlatılmasını tavsiye eder.
Sen misin bunları söyleyen. Fitne fücur kazanı kaynar, başkalarının kanı ve canı üzerinden rütbe ve mevki kapmayı umanlar, nam-şan sevdalısı insanlar Molla’yı “bozgunculuk, savaş aleyhtarlığı, Devleti Aliyye’nin şan ve şerefini ayaklar altına almak ve vatan hainliği” ile suçlarlar ve idamına ferman çıkarırlar ama, Futa, Sedat, Murat ve Reşat isimli çocukları göz ününe alınır ve Sivas’a sürgün edilir.
Molla bu sürgün esnasında sıhhat ve sağlığını kaybeder, henüz 43 yaşında iken 1829 da vefat eder. Bu bir senelik dönemde savaşa girilmiş, kaybedilmiş, Devleti Aliyye’nin şanı ve şerefi ayaklar altına düşmüş ve Mollanın haklılığı ortaya çıkınca Padişah affını ferman eden nameyi yazmış ve Sivas’a göndermiş ama, ferman gelmezden iki saat önce vefat ettiği için kurtuluş fermanını göğsü üzerine koyup defnetmişler.([3])
Bu ve benzeri olaylar Ziya Paşa’ya şu mısraları söyletmiştir:
Bir vakitler ben dahi düştüm belâ-yı gayrete
Doğrulukla uğradım bin türlü derd ü zahmete
Derde uğrar kim sadakat etse elbet devlete
İstikamet mahz-ı cinnettir bu mülkü millete
Dipnotlar:
1- Sâmiha Ayverdi, “Ne İdik Ne Olduk”, Kubbealtı Yay. İst. 2007, s. 46.
2- Mustafa Armağan, “Osmanlı’nın Mahrem Tarihi”, Timaş Yay. İst. 2011, s. 244.
3- İskender Pala, “Divane Güzeller”, Kapı Yay. 2004, İst. s. 278.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.