TİCARET
15 Ocak 2016, Cuma 08:47Ahmak oldur kim malın verir veresiye
Kafesteki kuşu sanki salıverir gelesiye
Allah insanları “topluluklar halinde yaşayıp, hayatlarını idame ettirecek” şekilde halk etmiştir. Daha öncede zikrettik, bir ekmeğin ekmek olarak sofraya gelebilmesi için 800’den fazla insanın elinin değmesi gerekiyor. İnsanlar mutlak manada birbirlerine muhtaçtırlar. Her insanın yaptığı bir mesleği, bir sanatı, bir işi vardır. Ticarette bu işlerden biridir ve her insan şair Nâbî’nin dediği gibi birbirine muhtaçtır:
Zen merde, civân pire, keman tirine muhtaç
Ecza-yi cihan cümle biri birine muhtaç
“Kadın erkeğe, delikanlı ihtiyara, yay oka muhtaçtır. Cihanda her şey birbirine muhtaçtır.”
Cenâb-ı Allah birçok ayette; “rızkı helal yollardan edinmeyi” ve ticaretin dürüst yapılmasını emrediyor. Peygamberimiz; “rızkın onda dokuzu ticarette” buyurmuş ama, onun kanun, kural ve usullerine uygun yapılmasını tavsiye etmiş ve “bizi aldatan bizden değildir” ([1]) buyurmuştur.
Beş bin sene önce yapılan bir tapınak yazıtında X Sentinus isimli bir bilge kişi şöyle nasihat ediyor: “...Kaybetmeyi ahlâksız bir kazanca tercih et. İlkinin acısı bir an, ötekisinin vicdan azabı bir ömür sürer. Bazı idealler o kadar değerlidir ki, o yolda mağlup olman bile zafer sayılır. Bu dünyada bırakacağın en büyük miras dürüstlüktür.”
Fahiş fiyatla satış yapan, karaborsa ve tefecilikle para kazanan, değişik usullerle haksız kazanç temin eden kişiler, bu kazançlarının hayrını dünyada görmedikleri bilinen bir gerçektir. Ahretteki vebal ve cezası da cabası.
Adamın biri şaraba yarı yarıya su katmış, pazarda satmış, bunun memnuniyeti ile “şarabı sattık, tasayı attık” diye diye bir çay kenarına gelip bir ağaç altına oturmuş ve paralarını saymaya başlamış. Bu esnada maymunun biri para kesesini kaptığı gibi ağacın tepesine tırmanmış. Kâğıt paraların bilinmediği, kullanılmadığı bu dönemde maymun; demir paralardan birini adama, birini çaya ata ata bitirmiş. Tüccar demiş ki; “bir daha bu sahtekârlığı yapmayacağım, yarı yarıya hile yaptık ama netice belli, hayvanlar bile hak ve hukuku, haram ve helâli demek ki, benden iyi biliyor” demiş.
Mümtaz Koru ismi, Konya’da nerdeyse herkes tarafından bilinen ve yaşayan bir isim. Çünkü Verem Dispanseri, okullar, hayır eserleri yaptıran bir kişidir. Konya’mızın tanınmış ilim adamlarından Caner Arabacı; “Millî Mücadele Döneminde Konya Öğretmenleri” isimli değerli eserinde bu zatın hayra ve hasenata yönelmesini şöyle bir olaya bağlar: Mümtaz bey bir vesile ile İstanbul’a gitmiş, orada yaralanıp bir eczaneye tentürdiyot almak için girmiş. İstediği tentürdiyodun 10 kuruş olduğunu duyunca, “neye bu kadar ucuz, buna 50 kuruş desen ben seve seve alırım” deyince eczacı; “haksız olarak zengin olanlar ne götürdü ki, ben böyle yapayım. Kefenin cebi var mı?” gibi ibretli sözler söyleyince, hayatında bir kırılma noktası olmuş, daha önce hayır ve hasenat işleriyle pek ilgilenmeyen bu insan, bu olaydan sonra birçok eser bırakmıştır.([2])
Kayseri’linin biri, Amerika’da bir hemşerisiyle karşılaşır. Biraz sohbetten sonra hemşerisi sorar: “Ne iş yapıyorsun burada?”, “Geldiğimden beri aynı fabrikada çalışıyorum”, Arkadaşı hiddetle: “Ne biçim Kayserilisin sen? Onca zamandır çalış da, çalıştığın fabrikanın sahibi olma!” deyince, hemşerisi; “olamam, olmam mümkün değil” der. Sebebini sorunca şöyle cevap alır; “Fabrikanın sahibi de Kayseri’li!..”
Dipnotlar:
1-Müslim, İman 164.
2-Caner Arabacı, “Milli Mücadele Dönemi Konya Öğretmenleri”, Konya 1991, s. 183.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.