Türkler Barbar Değildir (2)
04 Mart 2017, Cumartesi 07:41Avustralya Aborjinlerinden M. Kay şöyle demiştir: “İngilizler ilk defa bizim topraklarımıza ayak bastıkları zaman, dedelerimize bir elleriyle İncil uzattılar, öbür elleriyle de silâh. Hıristiyanlığı kabul etmeyeni barbarca öldürdüler. Bunlar medenî değil, olamazlar da…
Bizim 5-6 yaşlarındaki çocuklarımızı, kafalarına kadar toprağa gömüp polo oynamışlar. (Polo, İngilizlerin bir çeşit at üzerinde yaptıkları spor) O masumların kafalarına top gibi vurup patlatıyor ve böylece neşelerini buluyorlardı. Orijin: asıl, yerli demek. Aborjin: İse kökü kazınan yerli demektir.
Bu ismi bize İngilizler verdi ve kökümüzü kazıdılar. Bizim asıl ismimiz Koories…İngilizler Kaptan Kuk’u (Cook) bir kâşif, bir ilim adamı gibi tanıtıyorlar. Onun hakkında hazırlanmış bir dizi bizim televizyonda gösterildi. Melbourn’da kaldığı ev bir müze olarak ziyarete açıldı.
Fakat kaptanın yaptıkları zulümlere bakınca insan gerçeklerin nasıl tersyüz edildiğini görüyor ve medeni geçinen bir dünyaya karşı içinden nefret duyuyor. Siz kaptanı asıl yerlilerden sorunuz. O, Avustralya’ya adım atar atmaz bir milyon civârında insan katletmiştir. Araştırılınca gerçekler, iğrenç yüzleri daha iyi gün yüzüne çıkıyor.” (1)
Osmanlı Devleti ve Türkler hakkındaki araştırmaları ile tanınan İsviçreli İlahiyat Profesörü Karl Bahth (1886-1968) 1924 de yayımladığı “Tanrı’nın Dünyası ve İnsanın Dünyası” adlı kitabında Türklerin hoşgörüsünü ve mağdurlara yaklaşımını şu ifadelerle ortaya koymaktadır: “Eğer Türkler egemenlikleri altına aldıkları milletlere, Hıristiyanların yaptığı gibi zorla İslâmiyet’i kabul ettirselerdi, buna kimse itiraz edemez, böylelikle bugün ne Ermeni sorunu ne Girit sorunu ve ne de Doğu sorunu olurdu. Oysa Türkler bunu yapmadılar.
Herkesin kendi tarzında ibâdet etmesine izin verdiler. Böylece Hıristiyan Avrupa’nın bizzat Hıristiyan kanı döktüğü ve inançları değişik olanlara vahşice zulümler yapmaktan zevk aldığı bir dönemde Osmanlı İmparatorluğu engizisyonun, yakmaların, büyücülük suçlamalarının bulunmadığı tek ülke oldu. Hıristiyanlar tarafından her yerden kovulan, eziyet gören ve izlenen Yahûdilerin sığınabileceği tek ülke de barbar(!) Türkiye olmuştur.” (2)
18. Asırda uzun yıllar İstanbul’da bulunmuş ve Osmanlı kurumlarını etraflıca inceleyip anlatmış olan İsveçli diplomat D’ohsson da şunları söyler: “Kuranı tanıyanların zihnine ve hâfızasına nakşedilmiş olan prensipler, onları yeryüzündeki insanların en insanîyetlisi, en hayırseveri haline getirmiştir.
Bütün bu faziletlere rağmen Avrupalıların barbar demesi, yırtıcı bulması, savaşlardaki gayretlerine göre hüküm vermesinden ileri gelir. Gerçekten Müslümanlar canlarını esirgemeden savaşırlar. Ama bir milletin gerçek karakteri savaş alanında silâh gürültüleri arasında tayin edilemez. Türkleri gerçekten tanımak isteyenler, onların faziletlerini değerlendirmeli, törelerini, karakter ve fiillerindeki tesirlerini muhakeme etmeli, onları barış zamanındaki örf ve adetleri içinde incelemelidir” (3)
Biz Avrupalıları yakından tanımıyoruz, gıyaplarındaki müspet propaganda yüzünden onları medeni, merhametli, insancıl, hoşgörülü zannediyoruz. Onlarda bizi yakından tanımıyor, târihteki menfi propagandalara kanıp bizi barbar zannediyor. Fakat bizi yakından tanıyanların neler söylediklerinden birkaç misal yukarıda zikredildi. Gerçekleri tezahür ettiren son bir misal ile bu konuyu da sonlandıralım:
Son derece inançlı, itikatlı, halim-selim, merhametli ve medeni olan Mareşal Fevzi Çakmak merhum, İngilizlerin Filistin Savaşlarında Mehmedçiklerimize yaptıkları insanlık dışı barbar hareketleri görmüş, şahit olmuş ve bu durumu hayatı boyu unutamamış, Batılılara yakın duramamış, Kanal Savaşlarının İngiliz Komutanı General Allenby İstanbul’a geldiğinde bile Türkiye Cumhuriyetinin Genel Kurmay Başkanı olmasına rağmen çok soğuk davranmış ve Allenby’nin elini sıkmamıştır.(4)
Birinci Dünya Savaşında Filistin ve Suriye cephesinde 100 bin Türk askeri bulunuyordu. Bunlardan sâdece 17 adedi savaştan sağ kurtulabildi. Bunlardan da yalnız 4 bin asker sağlam ve savaşacak durumda geri kalanı hasta ve yaralı idi. Ayrıca 360 top, onbinlerce tüfek ve makineli tüfek kaybetmişiz. Bu çetin savaşta İngilterenin asker kaybı ise sâdece 5 bin civârındadır.(5)
Lord Carver; “şâyet Osmanlı birinci dünya savaşına girmese, Suriye, Irak, Filistin gibi petrol bölgeleri elinde kalsaydı, bugün Türkiye dünyanın en süper gücünden biri olur ve İsrail diye bir devlet olmazdı” der.(6)
Dipnotlar:1-İsmail Yediler, Aborjinler, Zaman Gazetesi 1-2 Ekim 1990. s. 12. Bunların savaş zamanlarında kendi dinlerinden olan insanlara bile neler yaptıklarını görebilmek için; Mel Gibson’ın Oscar ödüllü Vatansever (The Patriot) filmini, Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarını konu alan bazı filmleri seyretmek yeterli olur sanırım.
2-Gürbüz Evren, Bütün Dünya Dergisi (Başkent Üniveğrsitesi Kültür Yayını), 2008/04, s. 38.
3-Yeşilay Dergisi Ekim 2001, Sayı 815.
4-Rahmi Akbaş, “Mareşal Fevzi Çakmak” Ötüken Yay. İst. 2008, s. 134.
5-Mustafa Armağan, Derin Târih Dergisi, sayı 31, Ekim 2014, s.100.
6-Derin Târih Dergisi, sayı 31, Ekim 2014, s. 105.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.