Türklere Erdemlerini Kazandıran İslâm’dır(1)
15 Ocak 2020, Çarşamba 09:13Yakın tarihimizin değerli tarihçisi İsmail Hâmi Dânişmend’in şu cümlesi, konuyu vuzuha kavuşturmakta ve gerçeğin ta kendisini ortaya koymaktadır: “İslâmiyet’i Türklük, Şarktan Garba gelen Oğuz Türklüğünü de İslâmiyet yaşatmıştır... Her halde şu muhakkaktır ki, Sünnî-İslâmiyet bugünkü varlığını ne derece Türk’e medyun ise, Türk ırkı da millî mevcudiyetinin bekâsını yine o derecede İslâmiyet’e medyundur. ”(1)
Su hayat kaynağı olduğu için, yeryüzündeki bütün medeniyetler su havzalarında veya yakınlarında kurulmuştur. İslâm’dan önceki Türkler de devletlerini Ortaasyadaki nehirlerin, çayların kenarlarına yani sulak bölgelere kurmuşlardır. Suyla o kadar içli-dışla bir hayat yaşamışlar ki, başka milletlerde görülmeyen, bilinmeyen, duyulmayan gerçeklik derecesi bugün bile münakaşa konusu olan hususlar onlardan zuhur etmiştir. Bazı boyların su tanrılarına inandıklarına dair kayıtlar vardır.(2) Suya hâkimiyet kurduklarından, içlerindeki şamanların, kâhinlerin, büyücülerin “Yada Taşı” diye bir taş vasıtasıyla istedikleri zaman yağmur yağdırdıklarından bahsedilmektedir.
Cengiz han döneminde Moğol ve Türk illerini gezen Çinli bir elçi, tuttuğu günlükte, “Yada Taşı” denen taşları bir kaba koyup, kırıştırıp bir şeyler yaparak istedikleri zaman yağmur yağdırdıklarından bahsetmektedir.(3)
Ergun Candan ise bu Yada Taşlarının çok büyük güç ve dev enerji kaynakları olduğunu söyler ve şöyle der: “Atlantis deki bazı merkezlerde bulunan kristaller, kozmik enerjileri toplama ve dağıtma işlemlerinde etkin bire şekilde kullanılıyordu. Dev bir yansıtıcı gibi işlev gören bu merkezlerde büyük enerjiler odaklandırılıyor ve yansıtılıyordu.” Bu taşlardan bazılarını getirip piramitlerin tepesine yerleştirdiklerini, piramit adı “parlayan ateş” anlamına geldiğini, Yunanlıların bu yapılara bu ismi bundan dolayı verdiklerini, büyük blok taşları bu güç ve enerjiler sayesinde piramitlerin tepelerine çıkarabildiklerini, hatta Atlantis kıtası batmadan kıta halkının bu enerji kaynağı kristaller ve taşlar sayesinde gemileri bile havada uçurabildiklerini yani bir yerden bir yere ışınlayabildiklerini, Mısır’a da bu taşların o kıtadan göçüp gelen insanlar tarafından getirildiklerini ileri sürer ve şöyle devam eder: “Bu enerjiler sayesinde gemileri bile havada uçuruyorlarmış. O dönemde ellerindeki bu imkânları kötü yolda kötü şekilde kullanan insanlar türemiş, böylece doğanın dengesi bozulmuş, Bu gerçekler Ezoterik kaynaklar tarafından yazılmakta ve dile getirilmektedir. Türklerdeki Yada Taşlarının sihirli gücünün temeli de bu taşlara ve enerjilere dayanmaktadır.”(4)
İslâm öncesi Türklerin suyla ilgili bu özelliklerinden bahsedilse de, temizliğe fazla önem vermedikleri kaynakların tetkikinden anlaşılmaktadır.
İbni Fadlan, Mervezî, daha sonra İbni Batuta gibi seyyahların eserlerini karıştırırsak, İslâm öncesi Türklerin hiçte imrenilecek bir hayat tarzlarının olmadığını, dünyayı kendilerine hayran bırakan temizlik, örf, adet, gelenek ve birçok faziletlerini İslâm’la müşerref olduktan sonra edindiklerini görürüz.
Türkler mümtaz vasıflarını, medenî melekelerini, dünyayı kendilerine hayran bırakan nezafet ve letafetlerini İslâm’la müşerref olduktan sonra kazanmışlardır. Çok kıymetli madenler bile işlenmeden, erbabının elinde imbiklenmeden, güzellerin başına taç olmuyor, parmaklarını ve gerdanlarını süslemiyor. İşte mayasında, özünde, cevherinde iyi hasletler bulunan Türk milletini de İslamiyet işlemiş, âli duygularını ortaya çıkarmış, dünya tarihinin en kıymetli pırlantaları olarak takdirlere arz etmiştir. Bu sebeple Selçuklu Türkleri su medeniyetinin temellerini atmışlar, Osmanlılar da onu geliştirip, güzelleştirip olgunlaştırmışlardır. Hatta cennet vatanımız Anadolu’ya bu ismin verilişi de yine su ile ilgili bir efsaneden kaynaklandığı rivayet edilir.
Anadolu’ya ilk gelen 40 Türk yiğidi yolda çok susamışlar, ciğerleri yanmış, kavrulmuş ama bir suya rastlayamamışlar. Önlerine bir kova suyla, daha önce gelen Alperen analarından bir kadın çıkmış, o bir kova sudan hepsi içmiş, kanmış, doymuş, fakat mübarek nene hâlâ ısrar ediyor “için” diye. Onlarda bu ısrarlar karşısında bazıları da karınlarını göstererek “Ana dolu- Ana dolu-yani midemiz haddinden fazla doldu sağ ol” demişler ve bu söz çok tekrar edilince bu vatana isim olmuştur.(5)
Bu Alp Erenlerin soyundan gelip, Anadolu Selçukluları, Osmanlılar diye büyük devletler kuran insanlar suyu aziz bilmişler, kadrini kıymetini hakkıyla takdir etmişler ve onların medeniyetine “Su medeniyeti”(6) denmiştir.
Dipnotlar:
1- İsmail Hâmi Dânişmend, “Türk Irkı Niçin Müslüman Oldu?”, Milli Ülkü
Yay. Konya 1978, s. 257-269.
2-Su Medeniyeti Sempozyumu Koski Büyükşehir Bel. 2009 Konya, s. 547.
3- Meng Ta Pei Lu ve Hei Ta sih Lu, “Cengiz İmparatorluğu”, Yay. Haz.
Mustafa Uyar, Ötüken Yay. İst. 2012, s.148.
4- Ergun Candan, “Antik Mısır Sırları”, Sınır Ötesi Yay. İst. 2009, s.86, 88,
116; Türklerde Yada Taşı inancı Su Medeniyeti Sempozyumu Koski
Büyükşehir Bel. 2009 Konya, s. 120.
5- Mehmet Önder, “Bitmez Tükenmez Anadolu”, Sümerbank Kültür Yay.
6/111 Ankara 1970, s. 6-7; Türk Edebiyatı Dergisi, Nisân 2005, s. 67;
Nezihe Araz, “Anadolu Erenleri”, Özgür Yayınları, İst. 2000, s. 462.
6- Mustafa Armağan,“Osmanlının Kayıp Atlası”,Da Yay.2005,İst.s.230-237.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.