YAVUZ SULTAN SELİM VE SEFERLERİ -2
19 Eylül 2015, Cumartesi 00:00Osmanlı geleneklerine göre saltanat büyük kardeşlere lâyık görüldüğü halde, Yavuz’un dirayet ve kabiliyeti neticesinde, kendinden büyük Ahmet ve Korkut isimli iki kardeşi olduğu, hatta babasının Şehzade Ahmed’i tutmasına rağmen tahta oturmuştur. Çünkü Yavuz gerçekten büyük gayelerin ve ideallerin adamı, cihangir bir padişah olmaya namzed, gözünü budaktan sakınmayan, tefrikadan nefret eden, İslâm birliği için kendi öz evlâdı ve babasını feda edebilecek yapıda bir şehzade. Bu gayelerin tahakkuku için tahta oturunca, gizli ve açık taht kavgasına giren, fitne ve fesadın devamına yardımcı olacak olan Ağabeylerini ve evlâtlarını bertaraf etmiştir. O’nun fitne ve tefrika hususunda ne kadar hassas olduğu şu beytinden anlaşılır:
Milletimde ihtilaf ü tefrika endişesi
Gûşe-i kabrimde bî karar eyler beni([1])
Cenaba-ı Allah: “Fitne adam öldürmekten daha kötüdür”([2]) “fitne adam öldürmekten daha büyük günahtır”([3]) buyurur. Allah'ın bu fermanları tecrübe ile sabittir. Biz yakın tarihte (İstiklal savaşında) dünyanın en kudretli devleti olan 7 düvelle savaşmış, her türlü imkânsızlıklara rağmen, Aziz vatanımızdan onları sürüp çıkarabilmişiz. Ama içimizden türeyen bir PKK fitnesini ve belâsını 30-35 senedir ve üstelik belimizin ipliğini koparan ve ekonomik krizlerin de sebebi olan.
Hâlen neticeye varabilmiş değiliz. Niçin? Çünkü içimizden. Rahmetli A. Nihat Asya ne güzel bir tespit yapmış: “Pirincin içindeki siyah taşlardan korkma, Pirince benzeyen beyazlardan kork.” Çünkü onları bulmakta, tespitte zorlanırsın.
Mercidabık muharebesi olacağında, Mısır sultanı Kansu Gavri Yavuza mektup yazarak: “bana mektuplarında baba diye hitap ediyorsun ondan sonra üstüme geliyorsun.” Deyince Yavuz şöyle cevap verir: "biz bir gayenin yolcusuyuz. Sen Şii Şah İsmail ile ittifak yaptın. Ben ittihat (birlik) için öz babamın ve öz kardeşlerimin bile üzerine yürüdüm.” ([4]) der. Mısır yakınlarına gelince Sultan Tomanbay, Mısırı fetihten vazgeçmesi için Yavuza elçi gönderince: "Mısırı mutlaka alacağız. Zira İslâm milletinin iki başlılığa tahammülü yok" der.([5])
Fetihten sonra Tomanbay’a dokunmaz ama o uslu durmaz, beyleri ve paşaları ile faaliyete geçip ihtilal yapmaya kalkınca Yavuz idamını emreder. Cenazesine katılır çok üzülür ve çok ağlar. Osmanlı padişahları adet ve gelenek icabı sadece babalarının salına yapıştıkları halde, Yavuz bu zatın salına da yapışır.([6])
İsmail Hami Danişmend: "Her milletin hayatında şiddetin en hayati zaruret halini aldığı demler vardır. Yavuz işte böyle bir devrin adamıdır. Hem kendi ordusuyla, hem düşman ordusuyla, hem de kendi devlet adamları ile mücadele etmek zorunda kalmıştır” der. Çünkü Şiilik akımı PKK gibi memleketin her tarafını tehdit eder hale gelmişti.
Şia: “Peygamberimiz vefat ettikten sonra halifelik onun amca oğlu ve damadı olan Hz. Aliye daha sonrada O’nun evlâtlarına aittir. Bunlardan başkası halife olamaz. Olursa zulüm yapmış ve Ehli Beytin hakkını yemiş olur” inancı etrafında toplanan, halifelere ve ashaba dil uzatan ve temelde Abdullah ibni Sebe isimli Yemenli bir Yahudi olan ve münafıkların reisi olarak nitelenen kişinin fikirlerinden doğan müfrit bir mezheptir. Yirmiye yakın fırkaları ve kolları vardır ve bazıları çok fanatiktir, müfrittir. Hz. Aliyi ulûhiyet derecesine çıkaranlar da vardır.
İslâm tarihindeki müfrit ve fanatik mezheplerin hemen hemen tamamının mebdei ve menşei (çıkış ve yayılış yeri) İran’dır. Şiiliğin beşiği de yine İran olmuş, en parlak dönemini de Şah İsmail döneminde yaşamıştır. Müfrit bir Şii olan babası ve onun müritlerinin desteği ile Şah İsmail, 14 yaşında İran tahtına geçmiştir. Şah, Uzun Hasan’ın kızı olan öz annesini Sünniliği terk edip Şii olmadı diye öldürtmüştür. Selâm yerine “Şah”, besmele yerine “Bismişşah”, savaşta Allah Allah yerine “Şah Şah” kelimelerini ikame edecek, Şii olmayanların mal, can ve namuslarına tecavüzü mubah görecek kadar müfrit bir Şii.([7])
Anadolu’nun birçok yerinde isyanlar çıkartmış ve Osmanlıyı tehdit edip, İttihad-ı İslâmı tehlikeye düşürmüştür. Antalya yöresindeki Şah Kulu isyanı bunlardan sadece biridir. Osmanlı o en parlak dönemleri olan Yavuz ve Kanuni döneminde eğer bu İran tehlikesi olmasaydı Avrupa'nın tamamını alıp, Baltık denizine varıp, güneyde de Endülüs İslâm devleti ile birleşmemesi için hiçbir engel yoktu. Ama her sefere çıkışında gücünün yarısını doğuda yani İran’ın karşısında bırakmak mecburiyetinde kalmıştır.
Dipnotlar:
1-- Ergun Göze, “Son Sözleri Ansiklopedisi”, Boğaziçi yayınları, s. 42.
2-- Âl-i İmrân Sûresi, 191.
3-- Âl-i İmrân Sûresi, 217.
4-- İbrahim Refik, “Efsane Soluklar”, İzmir 1991. s. 37.
5-- İbrahim Refik, “Efsane Soluklar”, İzmir 1991. s. 44.
6-- Yılmaz Öztuna, “Türkiye Tarihi”, Ötüken Yayınevi, 1979, c. 3, s. 212.
7- İbrahim Refik, “Efsane Soluklar”, İzmir 1991, s. 24.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.