Yavuz Sultan Selim ve Seferleri -3
20 Eylül 2015, Pazar 00:00Şah İsmail’in kendisi de Türk olmasına ve divanını öz Türkçe yazmasına rağmen, kendisi gibi Türk soyundan gelip büyük bir devlet kuran Osmanlı ile yıldızı hiç barışmamış, devamlı gayri Müslimlerle iş birliği yapmış, basit inatlaşmalar ve müfrit mezhep nazariyeleri yüzünden, iki Türk devleti çarpışmış on binlerce genç savaş meydanlarında öldürülmüş, kazanan da Haçlılar olmuştur. Zaten İran tarihinde hiçbir zaman gayri Müslimlerle savaşmamış, devamlı Müslümanlarla mücadele etmiştir. Yakın tarihte Irakla savaşmış, bir ara Afganlılara kafa tutmuş, şimdi de Azeri kardeşlerimize dişini gösterip duruyor. Onların Müslüman Türk’e bakış açısını Farisî’lerin dilinden düşmeyen şu beyit tam olarak açıklar:
Türk’e fırsat verme Ya Rab, dehre sultan olmasın
Ayağını çarık sıksın, asla rahat bulmasın
Yavuz memleketin her tarafını sarıp büyük bir tehdit unsuru olan şia belâsına son verebilmek için, 140 bin kişilik ordu hazırlar. İzmit, Konya, Sivas güzergâhını takip ederek ve orduyu yaya olarak 2500 km. yürüterek([1]) Çaldıran önlerine gelir. Fakat fitne durmuş değildir. Çadırına kurşun atılır. Şii casusların tesiriyle orduda kargaşa başlar. Bazı paşalar dönülmesi gerektiğini, bazıları askerin yorgun olduğunu dinlenmeleri icap ettiğini, bazıları ise mutlaka anlaşma yapılmasını tavsiye ederler. Hatta şahın kuvvet ve kudretini övenler bile çıkar. İçlerinden Konya’da camisi de bulunan hemşerimiz, devşirme değil, Anadolu çocuğu Piri Mehmet Paşa, hemen savaşa girilmesi gerektiğini teklif eder. Bunun üzerine “Durgun sular kokuşur” sözüyle hayat felsefesini açıklayan Yavuz: “Kaftan Kafa düşman askeri olsa billâh cenkten yüz çevirmem. Er iseniz benimle gelin, değilseniz avretlerinizin yanına dönün. Kimse gelmese vallah tek başıma giderim...” deyip atı Karabulutu düşmana doğru koşturunca savaş başlar. 22. Ağustos 1514. Bu azim ve irade karşısında tutunamayan Şah tacını, tahtını, askerini hatta hanımı Taçlı Hatunu bile bırakıp kaçar ve Büyük zafer kazanılır.
Yavuz İstanbul'a dönünce, Şah Mısır Sultanı Kansu Gavri ile, Osmanlıya karşı ittifak anlaşması yaparlar. Bunun üzerine Yavuz Halep üzerine yürür ve Mercidabık denilen yerde Mısır ordusu ile karşılaşır. İkindiye kadar süren savaşın galibi Yavuz olur. Mısır ordusu dağılır ve Sultan kaçarken öldürülür. 24 Ağustos 1516.
Yavuz zaferden sonra Halep, Hama, Humus gibi yerleri alıp 27 Eylül 1516 da Şam’a girer. Muhyiddin Arabi’nin kabrini ziyaret edip bir türbe ve cami yapılmasını emreder. Bu Cami bugün hâlâ Selimiye Camii diye ibadete açıktır. 1976 yılında bu camide iki rekât namaz kılmak nasip olmuştu. Son Osmanlı Sultanı Mehmet Vahdettin’in mezarı da bu caminin avlusundadır.
Yavuz Şam’dan sonra Mısır fethini tamamlamak üzere ordusuyla birlikte yola çıkmış, niyeti Sina çölünü geçmektir. Hiç yağmur yağmayan, çok sıcak olan, kumları un gibi saatlerin içine girecek kadar ince olan ve geçit vermeyen, zehirli akrep ve yılanların kol gezdiği bu çölü([2]), ordu ile kimse geçememiştir. Çöl geçilmiş, hatta Sultan birçok yerde atına binmemiştir. Vezirler ısrar edince: “Nasıl binerim. Önde Resûlullah yaya olarak bize yol gösteriyor, ben nasıl binerim” der. Ordu sıkışınca dua edilir yağmur yağar.([3])
Yavuz adı üstünde azimli, dirayetli, imkânsızı mümkün kılabilecek maddi ve manevi güce sahip olduğu rivayet edilen farklı biri. Onun manevi sahada da at koşturduğuna hatta bu seferlere Resûllah’ın daveti ile çıktığına dair birçok rivayetler vardır.([4]) O’na ait olan şu söz de buna delildir:
Padişah-ı âlem olmak, bir kuru kavga imiş
Bir veliye bende olmak, cümleden evlâ imiş
Mısır Sultanı Tomanbay ise Osmanlı ordusunun Sina çölünden gelebileceğini hiç ihtimal vermediği için, bütün hazırlıklarını denizden gelirler diye yapar ve sabit toplarını denize karşı yönlendirir. Onlar toplarının yönünü değiştirmeden, kara savaşına hazırlık yapamadan, Osmanlı arkalarına iniverir.
Mısır –İsrail savaşında da İsrail aynı metodu deneyerek hiç beklenmeyen ve tahmin edilmeyen çölden, Mısır ordusunun arkasına inmiştir. Bunu nasıl başardığı sorulunca; “Yavuzun metoduyla başardık. O da hiç tahmin edilmeyen bir şey yapmıştı. Müslümanlar tarih okumadıkları için bunu bilmezler...”([5]) demişler.
Yavuz yeni Mısır Sultanı Tomanbay’a elçi gönderip "…Benim toprağa ihtiyacım yok. Benim maksadım İslâm birliğini sağlamaktır. Gel birliği kabul et bizim adımıza hutbe okut tahtında otur, kardeş kanı akmasın.” der ama kabul edilmez.([6]) Neticede Mısır Osmanlı toprağına katılır.
Dipnotlar:
1-- Yılmaz Öztuna, “Türkiye Tarihi”, Ötüken Yayınevi, 1979, c. 3, s. 246.
2-- Yılmaz Öztuna, “Türkiye Tarihi”, Ötüken Yayınevi, 1979, c. 3, s. 236.
3-- Yılmaz Öztuna, “Türkiye Tarihi”, Ötüken Yayınevi, 1979, c. 3, s. 236.
4-- Celal Yıldırım. “İslami Türk Tarihinin Altın Sayfaleri”. s.395.
5-- İlhan Bardakçı, “Tarihten Bugüne”, Hülbe Yay. İst. 1983, s. 284.
6-- İbrahim Refik, “Efsane Soluklar”, İzmir 1991. s. 47.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.