YAVUZ SULTAN SELİM VE SEFERLERİ -4
21 Eylül 2015, Pazartesi 00:00Ecdadın azim ve iradesini takdir hususunda şu da söylenebilir. Yavuzdan sonra Sina çölünü ordusu ile ancak 1914 yılında İngiliz general Allenby motorlu vasıtalarla 11 günde geçebilmiştir. Yavuz ise ondan 396 sene önce 13 günde geçmiş idi.([1])
Cezayir’i fethedip, müstakil bir sultan gibi hüküm süren Barbaros Hayrettin Paşa’da, Yavuzun İttihad-ı İslâm felsefesine büyük bir katkıda bulunarak, Osmanlıya bağlılığını bildirmiş ve Dünyanın en kudretli devletinin bir paşası olarak yaşamayı şeref telâkki etmiş, böylece Osmanlı denizde de dünyanın en büyük gücü haline gelmiştir.
Yavuz 8 ay kadar Mısırda kalmış, zamanın uzaması asker arasında tedirginlik çıkarınca Şeyhülislâm İbni Kemal: “Sultanın. Asker sılayı özlemiş, şiirler yazmaya başlamışlar” diyerek şu mısraları okumuş, ondan sonra dönüş başlamıştır.
Nemiz kaldı bizim mülk-i Arab’da Nice biz dururuz Şam u Haleb’de Cihan halkı kamu ıyş u tarab’da Gel ahi gidelim Rum illerine
Yavuz devlet işlerinde sert ve acımasız bir tavır sergilerken, özel hayatında tek çeşit yemek yiyen, ağaçtan yemek takımları kullanan, yerli kumaş giyen, gece yarılarına, gözleri kızarıncaya kadar kitap okuyup, ilimle iştigal eden, biraz fazlaca süslenen oğlu Kanuni’ye “Anana bir şey bırakmamışsın” diyecek kadar sadeliği seven, İlim, sanat ve edebiyat erbabını sevip koruyan, Selîmî mahlasıyla Arapça, Farsça ve Türkçe şiirler yazıp divanı olan Güzide bir Padişahtır.([2])
Yavuz 8 seneden biraz fazla olan saltanat döneminde çok büyük işler başarmış, Türk ve İslâm'ın izzetini dünyaya duyurmuş, imparatorluk topraklarını 2,5 kat büyütmüştür. 1520 li yıllarda vezirler Rodos Adasını fethedelim diye teklif ettiklerinde; “Ben ülkeler fethetmek niyetindeyim. Siz ise beni bir hırsız kalesi ile oyalamaya çalışıyorsunuz. Benim bundan sonra yapacağım sefer ahiret seferidir”([3]) diye cevap vermiş, hakikaten İstanbul'dan çıkıp Edirne’ye giderken, bir müddet önce sırtında çıkan ve hekimlerin bir türlü iyileştiremedikleri Şirpençe hastalığından Çorlu yakınlarında, genç denebilecek yaşta (50 yaşında) Rahmet-i Rahmana kavuşmuştur. 21/22 Eylül 1520.
Ölüm halinde iken başından hiç ayrılmayan baba dostu Hasan Can’a; “Ne oluyor Hasan Can?” der. O da: “Sultanın Allah’la beraber olma vakti geliyor” deyince o halinde bile celallenip: “Bire hasan o ne biçim lakırdı. Sen bizi şimdiye kadar kiminle zannedersin?” dediği rivayet edilmiştir.([4])
Cenazesi yıkanırken iki defa setre bezi yıkayan kişinin eline takıldığı için, aşağıya sıyrıldığı ve ikisinde de Yavuz’un naşının bezi asılıp avret yerini örttüğüne dair rivayetler de vardır.([5]) Namazını Şeyhülislâm Zenbilli Ali Efendi kıldırmış ve yerine tek oğlu Kanuni geçmiştir.
Yavuz vefat edince Haçlı âlemi sevincinden ayağa kalkmış, Papa kiliselere şükür duası için yalın ayak gidilmesini emretmiştir.([6])
Napolyon’dan 5-6 sahife bahsederken, yarım sahife ile geçiştirilen Yavuz ve Kanuni ile ilgili, Dünyada birçok yerde, meselâ Chicago Üniversitesinde kürsüler açılıp,([7]) tez konuları yapılıp hayat ve faaliyetleri didik didik edilirken, kendi torunlarının tavrı tam bir nankörlük örneğidir. Şöyle bir ibretli olayla makâlemizi bitirelim:
Kanuni Sultan Süleyman'ın doğumunun 505. yıldönümü tüm yurtta değil ama sadece Trabzon da kutlanmıştır. Çünkü Kanuni, Babası Yavuz Sultan Selim şehzadelik döneminde Trabzon Valisi iken orada doğmuştur. Sadece burada lütfen kutlanışının sebebi ise şöyle;1995'te Trabzon Valisi Alaeddin Yüksel, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel yönetimindeki heyetle birlikte Macaristan'a gidiyor. Kanuni’nin doğumunun 500. yılını ve Zigetvar kuşatmasını kutlayan Macarlar, o ara bizim valimize "500. yıl dolayısıyla Kanuni’nin doğduğu Trabzon da neler yapıldığını" soruyorlar. Cevap yok tabi. Çünkü valimiz de orada öğreniyor. Döner dönmez Trabzon da Muhteşem Süleyman Vakfını kuruyor.([8])
Dünyada geçmişine, ecdadına ve tarihine düşman bizden başka bir millet bulmak mümkün değildir. Şu misal de enteresan. Rıfkı Danışmanın Kültür Bakanlığı döneminde milletin parasıyla tercüme edilip bastırılan ecnebi yazarın Osmanlı Tarihinde Fâtih, Yavuz, Kanuni gibi Osmanlı sultanlarının zalim, sadist, kan emici, barbar, yeniçerilerin de kadınların karnındaki bebekler üzerine bahis oynayan vicdansızlar olarak gösterildiğini görmekteyiz.([9]) Acaba bunları yapmakla Müslüman Türklere barbar, sadist ve soykırımcı diyen ve hâlâ o gözle bakan Avrupalı ve Amerikalılara kendi ellerimizle pirim vermiş olmuyor muyuz?
Dipnotlar:
1- Yılmaz Öztuna, “Türkiye Tarihi”, Ötüken Yayınevi, 1979, c. 3, s. 237
2-- Fernand Grenard, “Asya'nın Yükselişi ve Düşüşü”, M.E.B. Yay.1000 Temel Eser, terceme Orhan Yüksel, İst. 1970 s. 5.
3-- İbrahim Refik, “Efsane Soluklar”, İzmir 1991. s. 62.
4-- Ahmet Refik, “Alimler ve Sanatkarlar”, Kültür Bakanlığı Yayınları, s. 100.
5-- “Hasırcızade Tarihi”, 136.
6-- Tarih ve Medeniyet Dergisi, sayı: 14, s. 24.
7-- Milliyet Gazetesi, 26. 10. 1998.
8- Milliyet Gazetesi, 30. 04. 2000.
9-- Milli Mücadele Dergisi, 13. 01. 1976.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.